Esen Zafer (Çyüpha) Bu Toplumun Bireyleri Olan Bizlerin Bu Kaostan, Bu Kargaşadan Etkilenmemesi Mümkün mü?
02/07/2011. Tek dünya düzeni sistematik olarak gerçekleri tersyüz etme politikasıni geliştiriyor. Geçen yazımda, sözünü ettiğim dezenfermasyon bu yolda en sağlam psikolojik silahlardan biri. Birde şeffaflaştırma var. Yani gözünün içine baka baka, gerçeği söyleyerek, bildiğini yapmak ve olayı kabullendirmek. Çünkü eğer yalan söylerseniz, buna karşın tepki doğruya davettir. Doğrusu söylendiğinde ise, karşılığı yalan söylemek olmaz, o zaman karşılaşılan ikilem kabullenmek veya reddetmektir. Eğer bir söylemi ısrarla her alanda duyarsanız, artık bu durumun genelleştiği yargısı ile çoğunluğa uyulur. Artık hayatın her alanında yaşanan budur.
Apsuvalar, bir fanus içinde korunur şekilde değil. Olmasıda gerekmez. Yaşam dinamiktir ve kendi içimizde de değişimler yaşamamız, gelişim açısından gereklidir. Bizler değişimleri, büyük ölçüde asimilasyon olarak tanımlıyoruz. Fakat, bu o kadar belirgin bir düzlem içersinde değil. Asimilasyon etkin bir kimliğin içersinde erimeyi gerektiren bir olgu. Fakat Türkiye’de resmi ideoloji söylemi altında Türk Kimliği, ırkçılıkla karıştırılarak, büyük bir saldırı ile eritilirken ve kırk yılı aşkın süren AB ye uyum adı altında, , batılı değerlerin - ne değeri varsa- yerleştirilmeye çalışması nedeni ile kendi kimliğinden çoktan çıkarıldığı için, hangi kültürün içersinde ‘’asimile’’ olunduğu, uzmanlar tarafından incelenmeye değer bir konudur.
Türkiyeye yalnızca marşall yardımları ile süt tozu değil, aynı zamanda bir Amerikan eğitim sistemi girmiştir ve adım adım Türkiye aydınlanmasını kendi çizgisine oturtmuştur. Bu nedenle sözümona aydınlar, (elbette istisnalar vardır ve onlar baskı altındadırlar), demokrasi taleplerini, tek dünya devletçisi ağbilerinden isterler. Kraldan daha kralcıdırılar, ezbercidirler. Onlar batıcı, tarikatçı, ayrılıkçı, padişahçı herşeydirler.
Avrupada savaşın ardından ihtiyaç duyulan iş gücü Avrupaya satılmış, ardından kendi ulusal değerlerinin sarsılmasına izin vermeyen Avrupalıların ihtiyaçları gözetilerek iş gücünü oralara göndermek yerine, Türkiye insanı toprağı ve kazanımları ile birlikte satılmıştır. Türkiyede, Türk Kavramı birbirine entegre olmuş etnisitelerin yekunu iken, yine Sermaye ve işbirlikçilerinin ortak çabaları ile, kaynaşma yerine ayrıştırma esas alındığından,önce - izmler boyutunda, ardından etnisiteler boyutunda çatışmalar arttırılarak toplum enlemde ve boylamda bölünmüş, bu günkü çarpık şeklini almıştır.
İnsan aklı neye açılırsa ilerlemesini o açılıma göre yapar. Bu nedenle, geçmişin tahlilinden ve hatırlatılmasından çok, toplumun önüne hedefler konur. Aslında bu hedefler topluma karşıdır. Bu gün bulunduğu noktadan, o hedefe doğru toplum işlenir. Gelişimin gideceği yeri hesaplayabilmek içinse, geçmiş bir ölçüttür. Ancak dediğimiz gibi 50 yılı geçkin bir sürede, amerikan eğitim sistemi ile biçimlendirilmiş akılların ürünü ancak ertesi yıla tohum veremeyen genleriyle oynanmış ekinler gibidir. Verimsizdir ve hastalıklıdır.
Bu toplumun bireyleri olan bizlerin bu kaostan, bu kargaşadan etkilenmemesi mümkün mü? Elbette ki değil. Çocuklarımız farklı okullarda okumadılar, işçilerimiz farklı fabrikalarda çalışmadı, köylülerimiz farklı ekin ekmedi. En büyük nimetimiz, tüm türkleştirme politikalarına rağmen, aralarında ‘’yabancı’’ bulunmayan köylerde kendi gelenekleri ile yaşamlarını sürdürdüler. Şehirlere akan kesim yine geleneklerinin bağı ile, düğün, cenaze, kültürel faaliyetler içersinde birbirleri ile ilişkilerini sürdürerek , dayanışma ile yaşadılar. Aramızdan değerli büyüğümüz Ömer Begua gibi, değerli eserler veren aydınlar çıktı. Dünyanın hiçbir yerinde yüksek bir kültür bir alt kültür içersinde erimez. Bir topluluğun yüksek kültüre erişmiş olmasının göstergesi ise, o toplumun geleneklerinde kendini gösterir. Bu nedenle de bugün tüm etkileşimlere rağmen çabuk toparlanabilmekteyiz. Halen, köylerimiz diğer köylerden farklıdır. Halen dünyanın her yerine giden insanlar, çocukları ile birlikte köylerine, kendi insanlarına geri dönmektedirler. Halen, Abhazmışız diyecek kadar, kökünden kopmuş kişiler dahi, yaşama bakış açılarında kendi uluslarının mentalitelerini taşımaktadırlar.
Yaşadığımız sorunlar elbetteki TC nin özellikle basın ve yayın yolu ile uğradığı, dezenfermasyon saldırıları kadar, geçmişin karartılmış olmasında, bilgi eksikliğinde ve geçmişten bu yana uygulanan, antikleştirme, eritme politikalarının sürdürülmesindedir. Burada aldığımız en büyük yara içimizdekilerden, yakınımızdakilerdendir. Tarihin derinliklerine baktığımızda bu günü çıplak bir şekilde görebiliyoruz. Prof. G.F. Turçaninov’un araştırmalarının başına gelenler, bizim toplumumuzun başına gelenlere benziyor. Bu bilim adamı Maykop’ta ortaya çıkan taş levhayı inceliyor 1963 te. Metni Fenike, Elam, Sümer daha sonra da Adige dilleri ile çözme girişimi başarısız oluyor. Metin, lengüistik-etnik nitelikleriyle Abhaz diline rahat bir şekilde yerleştiriliyor. Eserin tarihi M.Ö 18-17 . yüzyıllar. Ben okuduğumda masal olarak dinlediğim hikayelerin kanıtlarını okuduğum için seviniyorum , ancak büyük bir – olmaaaaz! kopuyor. Peki neden? Çünkü öğretilmek, yutturulmak istenen tarihe uymuyor. Adamlar kendi işlerine geldiği gibi bir tarih yazmışlar. Şimdi bu kadar asır silmeye çalıştıkları medeniyet ortaya dökülüyor. Hemde hala buradayız ve yaşıyoruz diyerek. Üstelik Turçaninov çalışmalarını bizimlede sürdürse idi, 150 yıl öncesi birlikte getirilen dil nedeni ile çok daha kapsamlı çalışma yapabilecekti. Şimdi sorsak, danslarımızı yaparken, erkek dansçılar neden asşsaaa diye seslenirler? Hangimiz bunu kadim ‘’as ülkesi’’ sözcüğünün kısa yazılışı olduğunu bilir?
Peki biz ne yapıyoruz? Büyük bir özveri ile yapılan çeviride sözü edilen Abhaz, abaza ve ubıh ların kadim halkı Aşuva olarak Türkçeye aktarıyoruz. Bunun nedeni orjinalinde s-ş arası bir ses veren harfin Türkçede olmaması. Eğer orjinalini telafuz etsek, Apsuva sözcüğüne ne denli yakın olduğunu dil bilimciler en azından daha iyi çözümleyecek. Ancak belgelere kelimeler bu biçimde geçiyor, abhazca konuşamayan, unutan Türkiyeli Abhazlarda üzerine basarak bunu aşuva diye sürdürüyor. Artık yüzyıl sonrasına böyle bir kavram kalır mı bilemiyorum. fakat en azından bizlerin henüz Apısnıdan gelen dedelerini tanıyanlarda kaybolmadan, bugünden sağlam adımlar atmamız gerekiyor.
Sürgün çocukları olarak, bizlere başından beri yapılan geri dönüş çağrılarının fazla karşılık bulamaması yalnızca, yaşam koşulları ile ilintili değil. Bizler mühacirler olarak anıldığımızda, kanımız daha bir öfkeli akıyor zaten. Çünkü sürgün olduğumuzu biliyoruz. Üstelik, sürüldüğümüz alanların yalnızca bugünkü abhazya sınırları içinde olmadığınıda.
Yazısı olan halkın bilge Kralı Ptu’nun başına gelenlere benzemiyormu başımıza gelenler? Artık bizlerde vatanlarında olan kardeşlerimize yazmalıyız. Artık taşlara yazılmıyor. Çağımızda işler başka şekillerde gelişiyor. Abhaz halkını yok etmek üzere saldıran Gürcistanın eski alışkanlık oyunlarına Birleşmiş Milletler iyi bir zemin hazırlıyor. Aslında iş tersi BM’e gürcistan istedikleri zemini hazırlıyor. Mülteci gibi bir kavramla, Abhazsızlaştırmaya çalıştıkları topraklara sızmanın yollarını arıyarak. Gürcistanı kendi başına bir güç olarak görmek büyük hatadır. Geçmişte gönüllü Rus uşaklığı yapan Gürcistan, Alman emperyalizmin yavru kurdudur ve aynı kıvrak uşaklığıyla bugün Amerikan üssüdür. Saldırgan olmak zorundadır. Varlığının nedeni budur. İşte o Gürcistanı bela eden güçler, diasporalar önüne koydukları projelerle, Abhaz diasporasını da hareketsiz bırakmak peşindedir. Hiçbiri Abhazyanın güçlenmesini istemez ve bilirler ki , Abhaz diasporası tehlikelidir. Abhazya savaşı sırasında bu durumun ne denli tehlikeli olduğu gözler önüne serilmiştir.
Bizlerin, daha fazla vakit kaybetmeden, dedelerimizin, babalarımızın savaşarak savundukları, kalanlarının vahşice takibe uğradıkları, zorla sürülerek ellerinden alınan, bu günkü Rusya ve Gürcistan içersinde bulunan topraklarımıza ve başkalarının yerleştirildiği, mülklerine sahip çıkarak, bizlere miras olduğu halde gaspedilen bu yerlerin tarafımıza verilmesi veya tanzim edilmesi için uluslararası mahkemelere dava açmalıyız. Bu atılacak öncelikli adımlardan biridir. Başta KADK olmak üzere, tüm kurum ve kuruluşlar içersinde yer alan dürüst ve aydın insanlarımız bu meseleyi üstlenmelidir.
Aklımız, bir yandan Abhaz halkını ‘’Çerkes’’ saldırısının bulanıklığında boğmaya, öte yandan hükümet yandaşlığı ile devlete saygı birbirine karıştırılarak, Osmanlıcılık safsatasında kirletilmeye çalışılıyor. Kötü olan akıl bulanması durulur ancak, onurlu tavrın çarpıtılması kolay tedavisi olan birşey değil. İşte bu çarpıtma, yazısı olan bilge bir kralı esir pazarındada satar.
Hala, Sayın Bagapş’ın Türkiye’ye getirilmesinden bir başarı olarak söz ediliyor olması bu duruma en güzel örnektir. Bu ancak, plan kurucular açısından bir başarıdır. Temiz akıl sahiplerinin utanç duyması gereken bu ‘’başarıların’’ ölümünün ardından, alelacele yeni bir kazanca çevrilmeye çalışılması daha da utanç vericidir. Hataları hatayla örtmek mümkün müdür? Gelecek nesillere, gençlerimize sağlam bir varolma bilinci aktarmaya çalışanlar, kendi kültürümüzü aktarmaya çalışanlar, bunu düşünmek zorundadırlar. Bu nasıl çarpık bir kültürdür? Bir Cumhuriyetin Devlet Başkanının, kendilerini tanımayan, aşağılayan,düşmanına yardım eden, bir devletin ayağına, yabancı bir pasaportla getirilmesi, anadilini konuşmaması ve hatta MİT’in ayağına götürülerek, görüştürülmesinin nesi başarıdır?
Başarı Abhazya bir hayal ülkesi iken, Türkiye de yasakçı zihniyetlere rağmen, dilimizin korunabilmesi, eserler verilebilmesi geri dönüş çabaları gösterilebilmesi idi. Başarı, bir avuç kalan insanımızın cesaretle biz halkız yeter! Diyebilmesiydi. Başarı, dilini dahi bilmeyen gençlerimizin ölmek pahasına vatan savunmasına gitmeleri idi, Ardzınbanın anıt kabir defterini Abhazca yazabilmesi idi.
Abhazlara karşı bu tutum yeni bir şey değil. Bu uğradığı inkar ve iftiraların kurbanı toplumun, tarih boyunca gösterdiği varolma dirayeti, her zaman bir çıkar çevresince günlük siyasetlere ve politikalara harcanmaya çalışıldı.
Diaspora açısından bir blanço yapalım. Zaten ticaretin içinde olan bazı çevreler ticari ilişkilerini geliştirdiler. Bu da istenen değilmi? Ticaret yolu ile ilişkiler kurmak AB ‘nin destekli projesi değil mi? Başka? İmzalar toplandı, yolumuzu açın diye, noldu? Açıldı mı? Diasporanın çalışması ile gerçekleşen herhangi bir tanınma var mı? Abhaz dili ve edebiyatı gibi bir bölüm? Hangi Abhaz girişimi, hangi güçlerce desteklendi? Varmı böyle birşey? Yok. Dünya çapında, Abhazya için, Apsuvaların birliği için kazanılmış bir alan gösterin!
Abhaz diline Adigece diploma . Kadim Abhaz topraklarına Çerkezistan haritaları, Artık bizlerin bu ısrarlı, maddi ve manevi her aracı kullanarak Apsuvaları köşeye sıkıştırmaya çalışanları, dezenfermasyonları ve projeleri ile başbaşa bırakarak kendimize sahip çıkmamız gerekmektedir.
Bugün, birer araştırma ve geliştirme yuvası olması gereken dernekleri, yönetim kurulunda yer alan bir insanımız ‘’altı üstü kültür derneği!’’ olarak görebiliyorsa bunun vebali, öncülük için öne çıkanların üzerinedir. Bizler halkımızın hem öğrencisi hem öğretmeni olmak zorundayız. Dünya milletleri en eski yazının ve dilin sahibi bizleri inkar ederkerken, yok etmeye çalışırken, bu amaçla stratejiler geliştirmeye, olmayan çakma milletler inşaa etmeye çalışırken, hala kendi içimizde birtakım aklıevvellerin, Gürcistandan ayrılan Abhazya tanımlamasına dilinin ve elinin varması, buna karşı körlük tarihi hatalardır. İşte tamda bu nedenle, içimizdekilerin tutumları son derece önemlidir. Kültür dernekleri olarak anılan dernekler tarihimizin, varlığımızın, haklarımızın bilinç yuvaları olmak zorundadırlar. Bu görevin çarpıtılmasına asla izin verilemez.