Esen Zafer /Çyüpha)
06/07/2011. Abhayzam.com da haberlere göz gezdirirken, Fatih Atan’ın yazısına yorum yapıldığını görüp önce sevindim. Fikrini beyan etmek, iletişimde bulunmak insanı insan yapan bir değer. Okuduğumda ise gülerim ağlanacak halimize derler ya, işte onun gülme krizi tuttu. Bilinmeyene duyulan korku, insanoğluna karşı güçlü bir silah. Aklı öyle bir kilitler ki, asıl sorulması gereken soruları sormak dahi düşünülmez.
Nurettin bey, Fatih Atan’ın kime hizmet ettiğini soruyor. Bu kadar sorulacak soru varken, anlatılan yazılan konular tamamen gerçeklerden ibaretken, kime hizmet ediyorsun? Diye sormanın, elbette başka bir nedeni var. Bu soru asıl konudan uzaklaştırmanın, düşünceyi engelleyebilmenin, insan zihninde korkuyu canlandırmanın en sağlam sorusu.
Derin devlet, mafia, çete ilişkileri, uluslararası sermaye çetesine, hükümetler düzeyinde, hizmetler nedeni ile yaygınlaştırılmış olan korku, işte böyle sorular sordurur. Kime hizmet ediyorsun? Oysa sorulacak soru; - yazılanlar neye hizmet ediyordur?.
Okunduğunda anlaşılmayacak bir söz yok, örtülü bir gönderme yok. Nurettin Beyin kendisini ve fikrini ve eylemini tanımıyorum. Bu nedenle, bu soruyu hangi amaçla sorduğunu bilmiyorum. Ancak, hani halk tabiriyle ‘’kılçık attı!’’ Derler ya bu soru, bazı çevrelerce bu amaçla, ortaya atılmıştır. Dolaysıyla da, bu suları bulandırma hevesinde olanların kesinlikle birşeyler sakladıklarını, hayırlı işler yapmadıklarını gösteriyor.
Bence Fatih Atan’ın savunulmaya ihtiyacı yok. Üzerinde durulması gereği,, doğru sözün ve eylemin karalanması, önemsizleştirilmesi ve mümkünse susturulabilmesi amacından kaynaklanan bu tür soruların ne amaca hizmet ettiğini açıklığa kavuşturmaktan doğuyor. Çünkü bu psikolojik savaşım tekniği hayatımızın her alanına girmiş ve hükmediyor. Bunun en bariz örneğini bugün ergenekon adı altında sürdürülen davalarda görüyoruz. Sapla saman birbirine karıştırılmış, hukuk, hak yerle bir edilmiş, o davada yargılamaktan ziyade sürdürülen esaret nezdinde, Cumhurun sahipleri korku tünelinde sıkıştırılmış, aklını dimağını ve hatta en basit anlamı ile insanca düşünme yetisini kaybetmiş bir şekilde, uçurumlara sürükleniyor. Üstelik, bu sık sık, çoğunluğu müslüman diye vurgulanan bir ülkede oluyor. Cumhur teslim alınmış, adı olan Cumhuriyet’in cenaze namazına davete yol alıyor.
Aklın, düşüncenin esaretinin, firavunluğunun altın devri denebilecek bu devirde, elbette kime hizmet ediyorsun gibi bir soru ile etkisizleştirme tekniği kullanmak normaldir. Bu yorumu okumak, daha önce okuduğum ve sıkça sözünü etmeye başladığım dezenfermasyonun da ötesine geçmiş, gerçeğin iğfali diyebileceğim bir yazının üzerine tuz biber ekti. Bazıları dilimin keskin olduğunu söylüyor. Hele bir kadın olarak benden beklenen daha yumuşak bir dil. Uygulamalar karşısında bu çok güç.
Bir canavarın karşısında, korkar savunmaya geçer, saldırırsınız. Ya kurtulur ya kurtulamazsınız. Bu açık bir tehlikedir. Ama bu, şu meşhur, kuş gribi gibi, havada soluduğunuz ve sinsice ciğerlerinize çektiğiniz mikrop gibi, kime havayı solumayın denebilir ki ? Böyle bir durumda tehlike altında olana ancak, önlemler konusunda şefkatle yaklaşabilirsiniz. Peki bu mikrobu, savaşta biyolojik silah olarak kullanmak isteyen, İngiliz askeri teşkilatında ürettiklerini biliyorsanız, şimdi bu silahı yapana ve kullanana yumuşak bir dil mi kullanılır? Aslında böyle bir durumda söze gerek te yoktur. Bu insanlığa karşı suçtur ceza uygulanır.
Konumuza, imalat mikrobun, psikolojik savaşımı içeren, insan akıl ve bilgisine uygulanan tecavüzüne dönelim. Dezenfermasyon tekniğinin çarpıcı örnekleriden biri. Okuduğum yazıda, sosyolog Ferhat Kentel’den bir alıntı yapılmış. Son derece geçerli ve doğru sözler.
“Ehlileşmemek, Düzleşmemek, Direnmek (İstanbul-2008)” isimli kitabında, “Modernleşme süreci, medenileştirme ideolojisinin insanlara benimsetilme sürecidir ve bir tür ilkel, premodern, geri kalmış bir kitlenin varlığının kabulüne dayanır” … “Çok kabaca söylersek, bir takım insanları sömürüyorsunuz, onlar üzerine tahakküm kuruyorsunuz ve (sonra da) onların sömürülmelerinden bahsetmelerinin de önüne geçebilecek bir proje sunuyorsunuz: “Medeniyet”...”
Bu alıntılarla Seri katil Amerika başta olmak üzere, sinsi ve barbar Avrupanın dayatmaları, medenileştirme projeleri güzel bir biçimde açıklanıyor. Ancak sözlerini
‘’ Kimse korkmasın, ÇHİ pankartında ifade edildiği gibi “Çerkesçe Konuşmakla Ülke Bölünmez”.diye bitiren yazar,
Birkaç yalanı bir arada söyleme becerisini göstererek, Ferhat Kentel’in geçerli doğrusunu, etnik yapının kullanılması amacına, dayanak yapıyor.
Bir konunun kavranması için, önce kavramların, ilgili her kesim tarafından aynı anlaşılması gerekli olduğunun altını çizelim.
Önce Çerkesce konuşmak nedir? Buna bir açıklık getirmek gerekiyor. Çerkes, kendi ifadelerine göre, siyasi bir tanımlama. Kısaca dili yok, etnisite yok, coğrafi bir bütünlüğü yok, ulusu yok. Kökeni tartışmalı ve bu çuvala atılmaya çalışılan halkların büyük bir çoğunlukla reddettiği, bir uluslaştırma projesi. Hemde ulusları, eriterek uluslaştırma.
Şimdi soruyorum, neden TC nin temelinde harcı olan etnisiteler olarak, Türkleştirme, hakim devlet ideolojisi falan diye karşı çıkılıyor? Etnisitelerin kendi varlıklarının tanınması baskı altına alınmaması için öyle değil mi?
Pekala, Türkleştirmeye karşı duruşlara bakıyoruz. İddiaya göre , Adigeler Çerkestir. Şimdi bu ifadeye, bu projeye, halkları Adigeleştirme dememiz gerekiyor. Çünkü Çerkesce dendiğinde Adigece konuşuluyor. Hakim ve dayatmacı dil, yani Türk ulusuna getirilen eleştiri, üstelik diaspora olarak zikredilen topraklar üzerinde, henüz bir toprak, dil, ülkü, milli sermaye vs. gibi ortak bileşenleri olmaksızın gerçekleştirmeye çalışıyor. Neden? Birde buna Çerkes halkı değil ‘’Halkları’’ dendiğinde kendi iddiaları yalanlanmış olmuyor mu?.
Demek ki çerkesce diye iddia edilen dil Adigecedir ve hakim dil, hakim ulus, olmak iddiasındadır. Üstelik bunu yaparken, diasporadan hareketle, utanmadan, Cumhuriyeti, devleti, toprağı olan ve kadim uygarlığı ile medeniyete beşik sayılabilecek bir Abhaz uygarlığının toprakları ve halkı üzerinde, hak yetki ve inkar politikası uygulayarak.
Peki bunu neden yapar?
Amaç üzüm yemek mi bağcı dövmek mi? Burada dikkat edilmesi gereken konu Çerkes’i bir etnik toplum olarak göstermeye çalışırken ve aklınca dilinin savunmasında iken, peşinde olduğu dava başkadır.
Bu davanın ardında Kafkas Halklarının Rus zulmüne ve etkisine, tepkisini de sömürerek, saldırdığı asıl değer, bağcıyı dövmektir yani Cumhuriyete, Cumhurun yani halkın kazanımına saldırıdır.
Bakın nasıl Çerkes projesine sırtını dayayıp atıyor:
…Cumhuriyet yönetiminin yürüttüğü “medenileştirme” projesi temel olarak iki ayak üzerine oturtulmuştu: Birincisi “dinsizleştirme”, ikincisi “Türkleştirme”. “Seçkinlerimizin” hesabına göre bu iki hedefe ulaşıldığında ülke medenileşmiş olacaktı. Cumhuriyet döneminde yaşanan azınlık problemleri, kıyafet problemleri, darbeler..., günümüzdeki Kürt problemi, türban problemi... v.d. problemler hep bu “medenileştirme” projesinin topluma dayatılmasının sonuçlarıdır.
Şimdi bu Çerkesleştirme projesinin kahramanları, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, zamanının Fethullahlarının, anadolu halkının dini duygularını sömürmesinin sona erdirilmesini, kadının cinsel obje mumyalamasından çıkarılarak, insan statüsüne geri dönüşünü, dinsizlik olarak niteliyor, yazı devrimi ile türkçenin sadeleştirilmesini, fars, arap, fransız hegemonyasından arındırılmaya çalışılmasını kısaca anadolu halkının konuştuğu dile dönüşmesini yargılıyor. Kaldı ki tüm vatandaş Türkçe konuş vaveylasında, herkes kendi dilini konuştu. Rahmetli amcam benim Türkçe tupal derdi. Ancak bu kadar Türkçe öğrenmişti. Kabardeyler arasında kalan Abhazlar ise ancak Kabardeyce öğrendiler Türkiye topraklarında, hala onları ‚‘‘çerkeslerin‘‘ kendi aralarında nasıl asimile ettiklerini gururla anlatanlar vardır. Asıl çözülme adım adım batıya teslimiyetle çarpık bir montaj sanayinin geliştirilmesi ve insanların şehirlere göçü ile başlamıştır. Asıl çözülme Türkiyeye sözümona medeniyeti dayatan batı işbirliği ile başlamıştır.
Yazarın bu satırları bana, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ‚‘‘dinimiz elden gidiyor!‘‘ fetvasıyla ayaklanan isyancı uşakları hatırlattı. Merak etmeyin, bugün Saidi Nursi nin ruhuna fatihalar okunduğu gibi, kendi kardeş halkının üzerine yürümekten, asmaktan çekinmeyen, planları tutmayınca yunana sığınan Çerkes’in de ruhuna fatihalar okunur zamanla.
Bugün kibar bir dille, devlet eliyle, yürütülmesi istenen çerkeslik projesi elbette prim yapmaktadır. Dünya hegemonyacıları tarafından, insanların en kullanılmaya elverişli değerleri olan etnik varlıkları ve dinleri işte böyle kullanılmaya devam edilecektir. Ta ki teknolojinin olanakları da kullanılarak, efendiler değişene kadar.
Sanki, Kafkas Halklarının özgürlük talebi, müridizmle, emperyalizmin saldırısı ile, Çerkes projeleri ile, kendi içlerindeki hakimiyet politikaları ile yenilgiye uğramamış gibi. Sanki ,her baskıyı, tu kaka TC ve asla sürdürülemeyen devrimleri yaptı.
Sırtlarını birilerinin amaçlarına dayamadan yol alamayan, öz güçlerini, gerçekten halkların kardeşlik değerlerine dayandıramayan, Cumhura yani halka dayanmayan projelerle varılacak yer, tarihin acı tekerrürü ve yenilgi olabilir ancak.
Fırsatı ganimet bilmek haklı ve doğru olmak demek değildir. Bugün Çerkes sorunu olarak ortaya konan projede, ne dil, ne etnik kimlik ne de anavatan, dert değildir. Bu proje, bugün neredeyse işgal altında olan Türkiye ve onun hükümeti ile çelişen bir proje de değildir.
Bu proje, insan hak ve özgürlüklerini, hiçe sayan, ulus devletleri yıkma yolu ile Tek dünya devleti kurmaya çalışan ve bu tek dünyanın hakimi olmak hevesindeki küresel sermaye çetesine hizmet eden bir projedir. Bu nedenle proje merkezi Amerikadadır. AB kendi denetiminde tutmak hevesi ile parlementosunu açmıştır. Jamestown vakfı kanalı ile her türlü destek verilmektedir.
Bu proje de, Abhaz-Adige kardeşliği diye bir amaç ve işbirliği yoktur . bu projede işbirliği yapan Abhaz ve Adigeler vardır. Ne Türkiye'de ne de Kafkasya'da kafkas halklarının dayanışması gibi bir amaçta yoktur. Bu projede sorun Adige halkının, hangi tarafta yer alacağı sorunudur.
Nato, tehlike hedefini İran olarak belirlemiş, kara kuvvetleri karargahını İzmire taşıma kararı almıştır, henüz hakimiyetinin tam olmadığı Karadenizde, bir ayağını Gürcistan'a bir ayağını Türkiye'ye basarak, tatbikatlarda Ukrayna kıyılarında Rusya'ya rövanş gösterisi yaparken, Kafkasya'da büyük Çerkesya hayalini yayarak, kendine bir güç oluşturmaya çalışmaktadır. Kaleleri içten feth etmeye çalışmaktadır. Bunun Türkiye şubesi ise, birbirleri ile çelişkide gibi görünselerde aynı sacayağının ayaklarıdır.
… Düşürüldükleri yok oluş batağından… Türkçe'nin yanısıra anadillerini de öğrenip konuşabilecekleri bir vasatın devlet eliyle sağlanmasını… istemek gibi masum bir zırh aynı hava yoluyla solunan kuş gribi gibidir.
Tamda bu nedenle,
Asalet, kahramanlık, özgürlük…karakter özellikleri ile anılan halklar yok oluş batağına düşmezler. Onların güçlerini gözeterek geri çekilme ve atılma dönemleri vardır. Artık içgüdüsel hale dönüşmüş varolma güçleri vardır. Abhazya savaşı ve bu savaşta, insanların bu savaşa düğüne gider gibi koşmaları canlı bir örnektir. Abhazya'daki özgürlük dirayeti, tüm Kafkasya'da öz güçlere dayalı bir özgürlük ateşi yakabilirdi. Bu kazanımı saptırmaya, önemsizleştirmeye, etkisizleştirmeye çalışanlar, kendi heveslerini, kendi çıkarlarını halklarının önüne koyanlardır. Bu proje ne Kafkasya'da ne de Türkiye de birleştirici, özgürleştirici bir proje olamaz. Ancak ve ancak, tek kutuplu bir dünya yaratmak isteyen Amerikan Çetesinin Kafkasyadaki amaçlarına dayanak olur. Bu proje Rus hegemonyasından kurtarmaz, tersine Kafkas halkları içersinde Abhaz ve Adige düşmanlığı yaratacak, halkların kardeşçe dayanışmasını bölecek huzursuzluklara hizmet eder. Bu proje, Türkiye de, tüm etnisiteleri içeren, ulus devletin çökertilmesine hizmet eder. Herşeyden önemlisi Devlet eli ile yürütülecek eğitim, kendi karakterinden ve mentalitesinden yoksun, anavatan ile göbek bağları koparılacak bir kesim yaratır ve yaratmaktadır da. İşte bu kendi eli ve dili ile asimile olmaktır. Devletin size hangi mantalite ile eğitim vermesini bekliyorsunuz? AB nin dayattığı eğitim sistemi mi, yoksa Amerikan eğitim sistemi mi? Yoksa renkli demokrasi çocuklarının (!) twitter eğitimi mi?
Bu proje sayesinde gençlerimizin beyni öylesine karıştırılmıştır ki, zaten dil bilmeyen gençlik bugün büyük bir hevesle, kendi varlıklarına yapılan ihanetin farkında bile olmayarak artık o tapılan teknolojik iletişim araçlarında, asırların apsuva oyunlarını, apsuvalarını ‚‘‘Çerkes‘‘ diye tanımlayarak kendi halkına küfür ettiğinin, asırlar boyu var olma direnişine ihanet ettiğinin farkında bile değildir.
İşte bu çok masum görünen talepler, alacakaranlık kuşağında beslenirken, ortalığa yayılan eşantiyon sorularla da, insanlar sormaları gereken asıl soruları ve muhataplarını şaşırır elbet.
Sorulması gereken soru sen kime hizmet ediyorsun değil ‚‘ben neye hizmet ediyorum!‘‘dur. Neye hizmet ettiğini bilen, kimin kime hizmet ettiğini zaten anlar.