Içerik boşaltma üstatları, Abhazca dil kursları yerine ‘’abazaca’’ dersleri verirken, yakında bırakın canım bizde abazayız, dolaysıyla Çerkes’iz, ne Abhazı da derler.
Bir akıl, bir eda ve örtülü bir heyecanla Abhazya’ya gitmeye karar veren, küçük genç kızımız birlikte gideceği çocuklar içinde, tanıdıkları olup olmadığını anlamaya çalışırken, sorularımızıda yanıtlıyor. Abhazya’daki arkadaşlarına hediyeler hazırlamışlar, elleri ile. Sanırım 4. Veya 5. Kuşaktan çocuklarımız. Apsuva Koşaranın neden ‘’orada’’, biraz farklı oynandığını soruyor. O soruyor, öğreniyor ve en önemlisi bunun tatil tadında bir anavatan kavuşması olduğunun bilincinde.
Onu izlerken, dinlerken kalbim umutla doluyor. Öte yandan içimde bir nakarat tekrarlanıyor ‘’biz büyüdük ve kirlendi dünya...’’ . Bizler, yani ara kuşaklar biraz kayıp gibiyiz. Hani, “iki arada bir derede” derler ya, öylesine işte. İçimizde nostaljik bir hasret var ve bu hasretin bitmesinden korkarcasına yaşıyoruz. İşte bu, 10 yaşında genç kızımız, gerçekleşen bir hayal gibi. Onların bu yolculukları bizlerin gidip gelmelerine benzemiyor. Onlar, bölünmüş parçalanmış, darmadağın edilmiş bir halkın kavuşmasının, temel taşları.
Bu biraz umutlu biraz buruk sohbetten sonra evime çekildiğimde gazetemizin sayfalarını karıştırıyorum. İki yaprak 4 sayfa. Gazetemiz: Apsadgil. Bagapş’ın ölümünün ardından, sayın Mahinur Tuna’nın yazdığı satırları okumuştum. Orada, Uluslararası İlişkiler mezunu gençlerimize sesleniyor, ‘’Abhazyanın tanınması sizin göreviniz olsun’’ diyordu. Abhaz aydınlarına, Abhaz dilini, edebiyatını, sanatını, kültürünü geliştirmek de sizin göreviniz olsun !. diye ekliyor, Abhazya’nın işgalinde, adını bile bilmediğimiz bir çok gencin orada nasıl şehit olduğunu örnek veriyordu. Gözlerim umutla Mahinur Tuna’nın çağrısına cevap olabilecek gençlerimizin, köşe yazılarını, araştırmaları arıyor. Sevgili Sırma Aşüphanın ‘’...Abhazyada sülalelerimizden kimse var mı? Orada köyler ne durumda? Abhazca konuşuluyor mu? Gibi sorularla karşılaşmak ve insanlarımızın Abhazya ile ilgili çok az şey biliyor olmaları bileri çok ama çok üzdü...’’ diyen satırlarını okuyorum. Abhazya yolcusu kızımızın, ruhuma serpiştirdiği umudu gölgeler sarıyor.
İnsanlar bilmedikleri şeylere inanmaz, inanmadıkları şeyleri savunamazlar. Biz Abhaz olduğumuzun bilincindemiyiz? Bizim için, bu ne ifade ediyor? soruları beynimde zonkluyor.
Bir kere bir öğretmen hanımla biraz tartışmıştık. Gerçekten de 3-5 kişi olduğumuz bir şehirde ‘’Biz bu toplumda zaten bir avuç bile değiliz, Abhazın ne olduğunu bile bilmiyorlar, böyle birşey yapamayız!’’şeklinde ki umutsuz yaklaşımına hayret etmiş, ona demiştim ki, ‘’tuhaf sen öğretmensin, her yıl ortalama en az 22 çocuk okutuyorsun. Eğer bu 22 çocuğa Abhaz olduğunu söylesen Abhazyanın nerede olduğunu anlatsan, hiç değilse yarısının aklında kalsa, belki birinin ailesinin ilgisini çekse idi, bunca yıldır, epeyce insan Avrupada Abhazyayı da Abhazıda bilirdi!’’
Aslında bu, bu kadar basit bir olay. Fakat kendini bilmeyeni, başkaları neden bilsin?. Bu varlığımızın en temel vurgusu, kimliğimizin en belirgin özelliği olan etnisite nasıl olupta, kendimizce de bilinmiyor. Bize ne oluyor? Kendi kültürünü, kendi varlığını yaşatmaya çalışan, Abhazya ve Diaspora abhazları için kafa ve beden yoran, kısaca varlığının savunmasında olan kişilerin çabası ile kurumlaşmış alanlarda çalışan insanlarımızı dinliyorum. Aşık Veysel geliyor bu kez aklıma; ‘’Koyun kurdile gezerdi fikir başka başka olmasa...’’.
Bunca zamandır, bize bizi unutturmayan ama aynı zamanda, köklü bir toparlanmayı, etken adımlar atmayı, artık tarih boyunca yaşanan bu zulmü zalimlerin başına geçirmeye engel olan nedir ? bugün Abhazya Cumhuriyeti olarak tüm dünyaca bilinen Cumhuriyetin bizim olduğunu anlamamıza engel olan nedir?
Bu soruya, asırlar boyunca saldırıya uğramış bir toplum olduğumuz kadar, her milletin içinde olduğu gibi, aydınlanmanın, bilginin, bilimin karşısında yer alan, bir kesimin var olması diye cevap verirsek pek yanlış olmaz. Onlar karanlık tabiatları gereği, düzenbaz, hileci ve baskıcıdırlar. Onlar aydınlanmanın, bilginin sömürü düzenlerine indirilecek en büyük darbe olacağının bilincindedirler ve tam da bu nedenle aç gözlerine ve kendi menfaatlerine uymayan bu ulusallık olgusunu parçalamak için herşeyi yaparlar. Ve en ağır silahları psikolojik saldırı ve çarpıtmadır. Hayatımızı belirleyen her alanda, her konuda çarpıtırlar. Her yükselişi boğar, baskılarlar. Bu baskılar altındaki mazlumu, mazlum yapan ise, bu kapsamlı saldırıdan kurtulmanın tek yolunun, savunma olduğunu zannetmesidir. Masumiyetini kanıtlama çabası, mazlumu etken önlemlerden alıkoyar. Sıcak savaş dönemleri bu tıkanma noktasına gelen savunma durumunda olmanın getirdiği düğümü, acılıda olsa çözen dönemlerdir ve oldukça önemlidir. Tıpkı havadaki elektriğin, yıldırımlarla boşalması gibi.
Bugün ahlaksız bir çarpıtma ile Gürcü- Rus savaşı adıyla literatürlere sokulan, Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırısı örneğindeki gibi. Bunun ardından gelen dönem, esas olarak savunma psikolojisinden kurtulup etken tavrın, mazlumiyetten kurtuluşun, kendini bilmenin zamanı idi ve halen vakit geç değildir.
Bu savunma psikolojisi öylesine yaygınlaşmış ki, aslında zenginliğimiz olan farklı perspektiflerden yaklaşımlarımız dahi aynı amaç ve ülkü etrafında toparlanan bizlerin arasında , siz-biz savunması haline dönüşmüş durumda. İşte asıl parçalanmışlık ve kayıp budur. Bu durumu anlamak zorundayız. Bizleri sağlam bir duvardan çok, her türlü düşmanca ve kurnazca amacın sızmasına elverişli bir elek haline sokan bu durumdur. Ne sürgüne razı olan atalarımızı yargılamak ne de çocuklarımıza siz böyle yapın demek hakkına sahip değiliz. Şu 25 kişilik Abhazya ziyareti, atılan ilk adım değil, son da olmayacak. Çocuklarımızı, benlikten bizliğe taşıyan bu sağlam adımların, sağlam bir temel oluşturmasını sağlayacak olan şey, biz yetişkinlerin örnek teşkil edecek tavırlarıdır, pratiğidir.
Pratiğimize bakalım; çocuklarımıza ne söylediğimize değil, ne yaptığımıza bakalım. Onlar bunları kaydediyor çünkü.
Partileri yağlayacak düzeyde iyi geçinmeye, içinde bir tane soydaş varsa, onu seçtirmek amacı ile partilere oy veriyoruz . Yani partiler bizleri iknaya çalışmıyor, bir ağırlık koyamıyoruz. Tersine partililer, bizleri kendi siyasetlerinin peşine sürüklüyor. Bunlardan biri açıktan, öteki üstü kapalı, göbekten emperyalizme bağımlı ve üstelik gönüllü bağımlı. Bizlerse tarihini, emperyalizmin kanlı sayfalarının altında arayan sürgüne uğramış bir halkın çocukları. Çocuklarımıza ne öğreteceğiz?
Abhazya Cumhuriyeti tanınmalıdır! Kültür derneklerimiz Çerkes ilan edilen Abhazcanın ardından tepkilere karşı örtülü formüller, ‘’Abazaca kurs verilecektir!’’ İlanları veriyor. Kardeşlik adına bu kurslara Adigece diploma vermeyede başlarlar. İstanbul Kafkas Abhaz Derneği, vakıf ve Kafkas Dernekleri ile yemekli toplantılar yapıyor, Adige-Abhaz Kardeşliği malzemesi üzerinden, esas olarak Kaffedin hızla yol aldığı Kafkas halklarını emperyalizmin projelerine yedirme politikasına, Abhaz derneğini hızla hazırlıyor. Abhazya Cumhuriyeti dünyada tanınmaya devam ederken, içerik boşaltma üstatları, Abhazca dil kursları yerine ‘’abazaca’’ dersleri verirken, yakında bırakın canım bizde abazayız, dolaysıyla Çerkes’iz, ne Abhazı da derler. Eh Amerikan-İngiliz-AB yapımı sipariş literatür, mantar gibi heryerden bitiyor nasılsa. Ne öğreteceğiz çocuklarımıza? Antik bir halk olduğumuzu, dünya mirası olarak muhafaza edildiğimizi mi?
Yanıbaşımızda bir Suriye var. Bizler, evlerimize tv kanalları ile yapılan kirli bilgi saldırısına, yalanlara mahküm olmak zorunda değiliz. Akrabalarımız, sürgün tarihimizi paylaşan halkımız , Suriye tarihinde önemli dönüm noktalarından birinde, büyük bir sınav vermekteler. Herkes küreselleşmeden söz ediyor. Parçalanarak, bölünerek, küreye yayılmış olduğumuzun ve kimliğimizi gittiğimiz heryere taşıdığımızın farkında değilmiş gibi davranıyoruz.
TGB li gençler Suriye’ye giderek, yerinde yapılan tespitlerle, Suriye halkının antiemperyalist savaşımını belgeyen, görüntü ve haberlerle döndüler. Bu evlerimizdeki yalan makinalarının yarattığı tahribatı, iftiralar karşısında insanların düştüğü savunma kompleksini çok güzel anlatıyorlar. Nerede bizden bir grup? Gençlerimiz nerede? Dayanışmanın gereği, çevik ayakların bastığı bu toprağa emperyalizmin oyununa gelme! Gürcüleşme! Demek değilmidir?
KADK, Suriye olaylarının düğmesine basıldığında şöyle bir bildiri yayınladı.
‘’Bilindiği gibi Suriye’de son günlerde yaşanan ciddi kargaşaları büyük bir kaygı ile izliyoruz. Yoğun bir Abhaz nüfusunun yaşadığı bu komşu ülke, diğer Ortadoğu ülkelerinde bugüne kadar yaşanan kargaşalardan bir şekilde nasibini almaktadır.
Orada saygın kişilikleri ile temayüz etmiş Dr. Şeref Abaza ile Erdeşan Kobaş’la beraber, telefonla görüşerek yoğun Abhaz kardeşlerimizin gelişmelerle ilgili ne durumda olduklarını sorduk. Şükürler olsun ki hiçbir olayla yakından ilgili olmadıklarını ve yaşamlarının normal devam ettiğini belirtmişlerdir.
Herhangi bir yardıma ihtiyaç duyup duymadıkları da ayrı bir sorumuzdu, bu teklifimize de candan teşekkür ettiklerini ifade ettiler. Saygıyla duyurulur. Saygılarımızla Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi Adına
Başkan
İrfan Argun ‘’
Bizde bununla yetindik. Hatta haksızlıklara karşı mangalda kül bırakmayan bir sürü insan, KADK ilgilendiği için olmalı paylaşım sitelerinde duyurmadı. Paylaşım sitelerinde ne var peki? Ne kadar Çerkes o kadar ezber. Türkçü Irkçılar sollanır bu gidişle.
Ülkesi asırlarca saldırıya uğramış, varlığını vatanını korumanın, ölümsüz simgesi haline gelmiş, çok değil daha 10 yıl gibi bir zaman önce vatan savunmasında evlatlarını kaybetmiş bir halkın insanları olarak, bu kadar duyarsız bu kadar alakasız olmamız neyle açıklanabilir? Bize ne oluyor? Antiemperyalizmin en sağlam askerleri olması gereken deneyimli halkımız, hasta Osmanlı hevesine mi oynuyor?
Ne Abhazya’dan dünyadaki bu saldırılara karşı bir açıklama, ne Türkiyede ki toplumumuzda bir tavır sözkonusu. Kimse, ama hiç kimse bizler kültür dernekleriyiz siyaset yapılmaz! Sözlerine sığınmasın. Dernekler sivil toplum kuruluşlarıdır ve siyaseti doğrudan etkilerler. Tam da bu nedenle, AB’ nin katiller ve soyguncular topluluğu Amerika ve AB ve de Rusya eliyle küresel çeteler milyarlarca dolar-eur lar akıtmaktadır bu sivil toplum kuruluşlarına. Kendilerine bağımlı ajan kadrolar yetştirmektedirler. Sanki bunları bilmiyormuyuz? Bu tavırsız tavırla nasıl örnekleriz biz? Çocuklarımıza ne öğreteceğiz. Siz Apsuva-koşara öğrenin, bakın anti emperyalist olmak karın doyurmadı, iyi ticaret yapınca, ocakta tütüyor mu, diyoruz?
Bugün yapıl- mayan tüm açıklamalara,eylemsizliklere rağmen, Türkiye gündemi, şike boyaması ile sermaye piyasasında el değiştirmelere hazırlarken, deniz fenerinin karartılan delilleri karambollere getirilirken, ardında çok daha büyük bir vurgunu, Füze Kalkanının Türkiyeye yerleştirilmesinin gerçekleştiğini mi öğrenecekler? Bizler susarken.
Nato Kara Kuvvetlerini İzmire yerleştiriyor, derken Füze Kalkanını Trabzonun Kadırga yaylasına, bu kez Sürgüne inat, Sohumdan değil, Sohuma doğru, gemilerin kalkacağı o limandan, öylemi? derken ayaklarımızın altında işgalin, aaa bak kuş uçuyor tadında gerçekleştirilken, insanlarımıza kendi etnik kimliklerini hap gibi yutturduk, artık ne olduklarını onlarda düşünmüyorlar mı diyeceğiz ? Turistik gezilerimizde Füze lerin hedef alanına ‘’ bakın, Abhazyada orada’’ mı diyeceğiz?
Bazı gençlerimiz bizi ilgilendirmez! Diyor. Neden demesin ki? Onlar Abhazya’ya Rusyanın S-300 leri yerleştirdiklerinde, aynı zamanda. BM tarafından Akdenizin zaten kuşatıldığını, Türk ordusunun yönetiminin Cumhuriyet ordusu tarafından geldikleri gibi gönderilen BM kuvvetlerine, teslim edildiğinide biliyorlar. Bile bile karşı durmuyorlar. Karadenizin işgalini görmüyoruz? Kendi ülkelerinde sularının dibini kurutup, bizlerin su başlarını tuttuklarını görmüyoruz. Ne göstereceğiz onlara?
Biz çocuklarımıza hangi Apsuvalığın nesini öğreteceğiz? Kafkasya asırlar boyunca neden saldırı altında idi? Neden hala işgal edilmeye çalışılıyor? Abhazyanın, varlığının bağımsızlıkla, saldırılara karşı direnişle, direnişçilere karşı açtığı bağrıyla özdeş ve var olduğunu ve tamda bu nedenle, saldırganlarca tarihinin karartıldığının, yok edilmeye çalışıldığının bilincinde değilmiyiz? Bizi sırtımızdan vuranlara, eklemleyerek hangi Apsuvalığı öğreteceğiz? Apsuvalık sahne sanatları mı?
Kendi içimizdeki ak-kara savaşımına, akların siz-biz yanılgısını eklediğimizde, kalenin nasıl içten fethedildiğinin ve dünyanın bir köşesinde bir taş oynasa, bunun bizi sarstığının farkına varacakmıyız?
Olsun, bu güzel çocuklarımız, bir elmanın iki yarısı gibi bir buluşsun hele. Sevgili Sırma ve fedakar öğretmenlerimiz, tanıyamadığımız Abhazyayı onlara tanıtır. Savaşta kaybedilen, kendilerinden önceki, gencecik evlatlarımızın, anti emperyalist savaşımından arta kalan havayı solusunlar bakalım bir kere. Bir gün onlar bütün bu, deyip- demediklerimizin, olup-olmadıklarımızın, yapıp-yapmadıklarımızın hesabını önümüze koyarlar.
Belki tabaklanmamış deriyle yer altına saklanan yazılarımızı ve içimizdeki düşmanları ve Bilge Kral Ptu’ları neden sattıklarını sorarlar. Belki hangi zihniyetle abhazyanın kendi evlatları tarafından parantez içine alındığını sorarlar.
Soracaklar çünkü bu kez, birlikte tarih yazdığımız bu eşsiz mozaikle , yurtta sulh cihanda sulh demeye, bizim kimsenin toprağında gözümüz yok! Kimseciklerede topraklarımızı yedirmeye niyetimiz yok demeye ve bu uğurda mücadeleye devam edeceğiz. Artık yazılarımızı tabaklanmamış derilere alelacele sarıp yer altına indirmeyeceğiz. Zaman toprakların altından çıkarma zamanı, zaman alçakgönüllülüğün, ahmaklık olmadığını öğretme zamanı. Çarpıtılan, altı oyulan kavramların dosdoğru kullanılma zamanı. Herkes haddini bilsin ve bu böyle bilinsin.