Toplumsal yapımız ve Ulusal bilinç konusunda yazıp çizen entelektüellerimiz, kendi kişisel tarihlerini göz ardı edercesine Toplumsal Örgütlenme, İşçi sınıfı, Burjuvazi, Ezenler, Ezilenler, İktidar ve Direniş,Yönetenler ve Yönetilenler gibi deyimleri, sosyolojik analizleri (yakıştıramadıkları için olsa gerek) bu Ulusallaşma ve toplumsal örgütlenme tartışmalarında hiç kullanmıyorlar.
Toplum olarak artan bir hızda duyarlılaşıyoruz bu duruma komünikasyon şartlarının daha fazla olanak vermesiyle önemli özelliklerimizden olan "
muhabbet" kültürümüz sayesinde sorunlarımıza daha fazla kafa yormaya başladık.
Artık zaman ve mekan maddi sorunlar yada sağlık mesafe, yaş, cinsiyet, yeterlilik vs..gibi durumlar, herkesin heryerde her şeyi söyleyebilmesine bir engel teşkil etmiyor, virtüel alemde esip gürlemenin, önerilerin, temennilerin, etkinliklerin, gerçek hayata yansıması, simulatif kazanımlar dışında bir değere dönüştüğünü söylemek zor .
Bu kadar hareket ve çeşitliliğin olduğu bu kazanda kaynayan aşımız, gitgide yenilemeyecek kıvamda bir bulamaca dönüşme yolunda, tartışmalar çok önemli ve ilginç olmasa da bunları izlemeğe çalışıyorsunuz.
"
Acaba yeni bir şeye rastlar mıyım?" diye."
Her kafadan bir şey çıkıyor" sözü bu durumu tarif ediyor. Ama "
Körlerin fil tarifi" galiba daha uygun.
Ortada olan konu başka, bu konu ile ilgili oluşan tartışmalar ve çözüm önerileri bambaşka, tartışmalarda genellikle bir monolog yaşanmasının sebebide bu.
"Aslında bir sorun karşısında gerçekten düşünen kişi yalnızca dosdoğru ileriye bakmaz, kendisini varsayıma yönlendiren alışkanlıklara,geleneklere, basmakalıp kabullere ve zihinsel uyuşukluğa saplanmaz.Aksine çözümün ufuktaki en az umulan bir noktadan sıçrayıp çıkabileceğini kabule hazır olarak kendini tetikte tutar"
J.O.y Gasset
Toplumsal yapımız ve Ulusal bilinç konusunda yazıp çizen entelektüellerimiz, kendi kişisel tarihlerini göz ardı edercesine
Toplumsal Örgütlenme, İşçi sınıfı, Burjuvazi, Ezenler, Ezilenler, İktidar ve Direniş,Yönetenler ve Yönetilenler gibi deyimleri, sosyolojik analizleri (
yakıştıramadıkları için olsa gerek) bu Ulusallaşma ve toplumsal örgütlenme tartışmalarında hiç kullanmıyorlar.
Çerkes-Abhaz işçiler, çiftçiler veya "
Beyaz Giymeyi seven" Burjuvazimiz ile alakalı kimse bir şey demiyor, evet bizler kısmen asimile olduk fakat bu bir
Kültürel Yozlaşma olarak değil, rejenerasyon şeklinde gerçekleşti, biz içinde yeraldığımız toplumların Kültürel-İdeolojik çeşitliliğine, kendimizden bir şeyler vererek, alarak dahil olduk.
İdeolojik örgütlenmeler, toplumsal örgütlenmelerin çok ötesinde, ayrıca çeşitliliktede sınır tanımıyoruz:
Kafkasyacılar (
Birleşik ve tekil-Sol ve Sağ ,2 türlü)
Çerkes-
Vatansevenler-Yurtsever (
hertürlü yurt) Çerkesler,
Müslüman (
bir nevi Türk İslam sentezinin bize özgü hali) Çerkesler-Çerkes Müslümanlar,
Devrimci Çerkesler-Çerkes Devrimciler,
Gelenekçiler (
Xabze,Adigeğa-Aloysha,Usül-Erkan) Modernler-Postmodernler,
Mikro-Makro Miliyetçiler- Şovenler, Rus-Amerikancı vs…
Liste dahada uzatılabilir ama nedense bu oluşumların içerisinde "
gerçekçiler" pek gözükmüyorlar ve seslerini de fazla çıkarmıyorlar.
Diasporada ve anavatanlarımızda ki Burjuvazimiz "
Sermaye güvence ister" tanımını doğrularcasına içinde yeraldıkları Sermaye Hiyerarşine eklemlenmiş olarak, o hiyarerşideki gereklilikler, gereksinimler doğrultusunda daha aktif ve kendi konumlarına göre daha tutarlı bir ortak çaba içerisindeler, toplumun diğer kesimlerinde yeralan ideolojik anlayışlar tarafındanda genel olarak sert şekilde eleştiriyorlar, fakat asıl görülmesi gereken hangi konumda neler baz alınarak ne şekilde hareket edildiğidir, aklı başında kimseler, İşadamı yada Reel Politikacı olan bir insanımızın kriteleri ile işçi-memur yada çiftçi olan insanlarımızın kriterlerinin aynı olmasını bekleyemez.
Bu kriterlere göre neden,artık yaşadığımız ülkelerdeki sosyal yapılarda, eskisine göre daha fazla yeralan ve aktif sosyal kimlikleriyle ortaya çıkan Adıge, Abhaz emekçilerin çifçilerin yada öğrenci gençlerin ciddi bir örgütlenmesi yok, bu yapıların kültürel, sosyal, ulusal bir sorunları yok ve bu tarz örgütlenmelere gereksinim duymuyor lar mı?Bu örgütlenmelerin birbirlerine karşı olarak değil de birbirlerini anlayarak ,dayanışarak ortak çalışmalarla, ittifaklarla önlerine hedefler koyarak, başarılı işlere imza atmalarını beklemek fazla mı safdillilik oluyor? O kadar birbirine ve kendisine güvensiz bir durumdamıyız?
Eğer kendimizi Uluslaşma sürecinde bir halk olarak tanımlayacaksak bu bizim konumlarımızdan ayrı olarak gerçekleşemez, bizlerin kendimizi nasıl tanımladığımızla değil,nerelerde, hangi statülerde yeraldığımızla alakalı bir olgudur. Ulus tanımının gerekliliklerini burada tekrar sıralamaya gerek yok (
dil, toprak, kültür, ortak tarih vs..) herkes bu bilinçlenme süreci için ne gerektiğinin farkında ama bedel ve fedakarlık,alışkanlık konularında sıkıntı var. Sanki platonik bir aşk döngüsü ve ortak şiar:"seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" yani bu aşkın ızdırabının traji-komik bir tarafıda var sanki.
Modern Ulus Devletlerin, Paylaşım Savaşı esnasında ve sonrasında değişen, önemlileşen ve yükselen değer haline gelmiş, kültürel, sosyal ve düşünsel argümanlar, Postmodern Küresel Tüketim Çağı ile beraber, aşınmış, kirlenmiş kaybolmaya yüz tutarak, yeni sorunlarla beraber yeni çözüm fırsatlarınıda ortaya çıkarmıştır.
"İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker.
Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar."
KARL MARX
Bu durumda, bizim şu sıralar hareketlenmeye başlamış Ulus, Kültür ve bilinç merkezli söylemlerimizde ne kadar bolca var değilmi??
Rusların (
ebedi düşman!) uyguladığı Soykırım, Bu "
vahşi ve emperyal" güce karşı yıllarca azimle direnmiş ve 1918 Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ni (sürgünde parlamento?) kuran atalarımızın hikayeleri ,Kafkas kartalları, kamaları ve kalpakları her yerde uçuşuyor.
Kafkas, Çerkes-Adıge, Abhaz tanımları ile ilgili tartışmaları aşamamış Diasporik oluşumlar, Ulus konusuna ve bunun örgütlenme sorunlarına nasıl çözüm üretecekler?
Anavatanlar daki gerçek varoluş sal sorunlarla, Dışarda yaşayanların Kültürümüz yok oluyor! Aman, kızım oğlum,torunum, dilimiz folklörümüz, geleneklerimiz ,düğünlerimiz, (içki-silah vs), karizmamız,itibarımız, gibi "cemiyetlerimizin sorunları" nasıl aynı kategoride ele alınabilirki? Anavatanlarımız şu anda başımız sıkışırsa gidebileceğimiz bir 2.vatan (
oda,iş,güç gelecek,ortamları hazır olursa) seçeneği dışında ne anlam ifade ediyor, ne gibi bir hissiyat içindeyiz? Orada karşılaşılacak zorluklarla mücadele için gerekecek manevi donanım kaç tanemizde mevcut,bu durumda olanlar zaten ya ordalar yada olgunluk aşamasına erişince gidiyorlar.
Diasporadaki halkımızın sorunları adına hareket etme iddiasında olan yapılanmalar, ne tür sorunları ne tür çözüm önerileri ile karşılıyorlar? Her tür gündelik sorunlarla alakalı olarak ,çözüm seçeneği üretebilecek yada en azından danışılabilecek ciddi ve saygınlığı ile ortada olan bir tek kurumumuz varmı?
Benzer süreçleri dahada acılı bir şekilde deneyimlemiş, dünyamızda yaşayan ne kadar çok geleneksel toplum varsa bir o kadarda bu sorunlarla alakalı farklı yollar-çözümler olabileceği gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Aç, işsiz, güvencesiz, baştan başa kum, kurak ve sıcak bir ülke. Kıyımların,adı hala bile anılmayan katliamların yaşandığı Cezayir bağımsızlık mücadelesini ve zaferini düşünün. Bu acıları yaşamalarına sebep, Avrupanın "
Romantik ve Entellektüel" halkı, Fransızların devleti idi .
Bir Ulusu büyük kılan, öncelikle sahip oldukları büyük kişiler değil, sayıca kabarık sıradan kişilerin boyutlarıdır. Kalabalıkların ataletini sarsan, onları yüceliklere çeken üstün örnekler bulunmazsa,ortalama düzey elbette hiçbir zaman yükselmeyecektir. Fakat bu büyük insanların etkisi ikincil ve dolaylıdır. Tarihsel gerçekliği oluşturan onlar değildir, çünkü bir ulusta, o ulus bunu haketmesede,tek tek dehalar bulunabilir. Kitleler bu insanların oluşturduğu örnekleri görmezden gelse de, onları izlemese de, kendilerini kusursuzlaştırmaya çalışmasa da, bu böyle olabilir.
Eninde sonunda bu sorunlarımızın çözümü olacak unsur kalabalıklarımızdır, sıradan insanlar olan bizler eğer kendimizi tanıyarak ve farkındalığımızın farkına vararak, dinamizmimizi bu sorunların (
gündelik olanlardan başlamak üzere) çözümü üzerine yoğunlaştırabilirsek, hem geçmiş hemde bugün kü meselelerimizi kullanarak ,kendi politik çıkarlarını hayata geçirmek isteyenlerin oyunlarını bozabiliriz.
TSUGBA Murat
19 Ağustos 2010