''Kafkasya’nın unutulmuş, rengarenk dil ve etnik çeşitlilik gösteren halklarının her birinin ulusal eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık talepleri, Gürcistan’ın sınırlarından da, ABD ve Rusya’nın bölge çıkarlarından da, Türkiye’nin Kafkasya jeo-politiğinden daha önemli ve daha değerlidir benim için. ''
1992 yılında Adapazarı’nda –şehir henüz linç çılgınlıklarına esir olmadığı bir zamanda- Sakarya İHD’nin düzenlediği “Ulusal Sorunlar ve Çözüm Yolları” konulu bir panele katılmıştım. Panelde Kafkas Kültür Derneği adına konuşma yapan genç Abhaz bir arkadaş, kendi küçük ve sevimli ulusunun çok hoşuma giden bir sabah duasından bahsetmişti.
Abhazya’nın yaşlı nineleri, aile büyükleri her sabah kahvaltıdan önce şöyle dua ederlermiş:
“Allah dünyanın bütün milletlerine özgürlük ve mutluluk versin!” ve sessizce eklerlermiş;
“Abhazları da unutmasın!..”
Bu toplantının yapıldığı 1992’de Gürcistan yönetimi Abhazların özgürlük istemlerini bastırmak için zorbalığa baş vuruyor, Çerkez gençleri de Abhazya’da savaşa katılmak için sıraya giriyorlardı. [Türkiye’de Kafkasya’dan göçen tüm Müslüman halklara değişik etnik kökenleri olmasına rağmen ayrım gözetilmeksizin “Çerkez” adı veriliyor.]
Kaf Dağının ardında unutulan halklar, Kafkasya’daki savaş nedeniyle bugün yeniden hatırlanır oldular. Ne var ki siyasi yorumcular ağırlıklı olarak onlardan can sıkıcı arka figürler ve enstrüman olarak bahsetmeyi yeğliyorlar. ABD ve Rusya’nın Kafkasya’daki hegemonya çekişmesi, Rusya’nın “arka bahçesi” söylemleri, enerji hatlarının geçiş yolu üzerine yapılan jeo-politik teoriler, daha geniş ölçekli bir paylaşım kapışmasının peşrevleri gibi “baba” yorumlar yapmak dururken, Osetlerin, Abhazların, Acarların, Çeçenlerin, Dağıstanlıların siyasi talepleri gibi önemsiz konulara yönelmiyorlar.
“Ayrılıkçı Osetler, bölücü Abhazlar, terörist Çeçenler..”
Türk yorumcularını kimisi kendilerini Rusya ile kimisi Gürcistan’la özdeşleştirme eğiliminde. Eski ideolojik tortuların etkisinde kalanlar biraz anakronik bir özlemle, “emperyalizmin ajanlığına soyunan Gürcistan’ın başına gelenler” ya da Rus yayılmacılığının kışkırttığı “ayrılıkçılı hareketler” üzerine yazıyorlar. (Hani Kürt ayrılıkçılığını da emperyalistler körükler ya da besler ya!)
Rusya’nın tarihsel hegemonyasından tamamen kurtulmak isteyen Gürcü politikacıları Batı yanlısı bir politikanın bayraktarlığını yürütüyorlar. Şevarnadze gibi hem Rusya ile geleneksel ilişkileri gözetmeyi, hem de Batı ile yakınlaşmayı olabildiğince dengeli götürmeye çalışan eski bürokratik-milliyetçi grup yerine, burjuvazinin yeni ihtiyaçlarına tercüman olan Batıcı ve radikal milliyetçi bir ekip iktidarda. Onlar bütün kozlarını Batı’dan yana kullanarak ABD, AB ve NATO’nun tam desteğini almaya çalışıyor.
Bunu yaparken eski tip doğu kurnazlığını da elden bırakmış değiller. Bu sayede Oset, Abhaz, Acar gibi halklara hükmetme hakkını güvence altına almayı ve onları bastırma serbestliği kazanmayı umuyorlar. Batı desteğini demokratikleşme, modernleşme ya da ekonomik gelişim için değil, “mahallenin kabadayısı” kalabilmek için talep ediyorlar.
Bu nedenle yeni yönetimin iktidara gelir gelmez yaptığı işlerin başında Abhazya, Osetya ve Acara’nın fiili bağımsızlıklarına son vermek için askeri harekatlara girişmek geliyordu. Acaristan’ı kısmi olarak entegre etmeyi başardılarsa da Osetya ve Abhazya bağımsızlıktan tavize yanaşmamaktadır.
Macareperest bir Gürcü şöveni yada acemi bir savaş kışkırtıcısı olduğu ortaya çıkan Şakaşvili, böylece uzun zamandır Batı’ya karşı bir güç gösterisi yapmaya hazırlanan Rusya’ya da istediği fırsatı yaratmış oldu. Belki bir anlamda Batılı müttefikleri, kendisine arka çıkma konusunda zorda bırakma ve Gürcistan’ın Rusya’ya karşı askeri olarak korunmaya muhtaç olduğu gibi NATO argümanlarına güç kazandırma gibi kendi açısından “olumlu” sonuçları olabilir. Ne var ki ortaya çıkan tablo ne NATO’nun ne de ABD’nin Gürcistan için Kafkasya’ya çıkarma yapıp Rusya ile savaşmaya hevesli olmadıklarını da göstermiştir. (Dünya savaşı göze alınmadıkça da böyle bir şey olması güçtür.) Belki de ABD ve NATO’nun, Gürcü yönetiminin çıkarlarını koruması değil, Gürcü politikacıları bu ilişkide tersini yapmak zorunda olduklarını anlamışlardır.
Bir başka açıdan bakıldığından da yapılanın "bir hesap hatası" olmaktan ziyade Şaakaşvili yönetiminin bu hamleyi NATO'nun planlaması çerçevesinde yürüttüğü, sonuç olarak Gürcistan'ın Rusya karşısında askeri bir korumaya ihtiyacı olduğunu ve NATO'nun bu anlamda genişleme stratejisine sahip olması gerektiğine dair kamuoyu desteği yaratmayı amaçladığı da düşünülebilir.
Türkiye’nin ise Bakü-Tiflis petrol hattı ve doğal gaz yoları nedeniyle stratejik ekonomik ortaklığı da bulunan Gürcistan’a karşı olduğu gibi, doğal gazını büyük bölümünü karşıladığı ve kendisi için önemli bir ekonomik partner olan Rusya karşı da ağzı kilitlidir.
Bunlar sonuçta doğru veya yanlış bir kısım tespitler ve yorumlar... Ama sadece yorum ve tespit yapmakla yetinmeyip tavır sahibi de olmak gerekir diye düşünüyorum.
Gürcistan’ın Güney Osetya, Abhazya ve Acara’nın özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık taleplerine karşı aldığı tavır şövenisttir, hegemonyacıdır. Rusya’nın Çeçenistan, Türkiye’nin Kürdistan karşısındaki tavrından farkı yoktur.
Askeri ve siyasi açıdan güçsüz, bağımlı ulusların özgürlük ve eşitlik talepleri karşında iki yüzlü ve riyakarca davranmayan bir devlet bulmak oldukça zordur. Çeçenistan’ı ezen Rusya’nın Osetya’nın bağımsızlığına ilkesel olarak saygılı olduğuna kim inanır? Kosova’nın bağımsızlığına evet deyip, Kürdistan’ın devletleşmesinden ödü kopan Türkiye’nin ahlakından söz edilebilir mi? Avrupa devletlerinin çifte standartları konusunda ise uzun bir çetele çıkarmak zorunda kalırız!..
Kafkasya’nın unutulmuş, rengarenk dil ve etnik çeşitlilik gösteren halklarının her birinin ulusal eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık talepleri, Gürcistan’ın sınırlarından da, ABD ve Rusya’nın bölge çıkarlarından da, Türkiye’nin Kafkasya jeo-politiğinden daha önemli ve daha değerlidir benim için.
Yapılacak en doğru şey bu halkların özgür ve eşit yaşama isteğine mutlak saygı göstermektir. Karşılıklı saygıya ve eşit haklara dayanan bir yeniden yaşam inşa edilirken var olan problemli konular ise askeri zorbalıkla değil, ancak görüşmeler yoluyla ve herkesin yararına olacak akılcı projeler üretilerek çözülebilir.
Kosova’nın bağımsızlığının tanınması olumlu bir örnektir. Aynı şey Çeçenistan, Osetya, Abhazya, Acara ve Karabağ için de geçerlidir.
Böyle söyleyince “Her isteyen küçük ulusa bir devlet mi verilecek? sonu ne olacak bu işin!” diye telaş ve kaygıyla karşı çıkan bir dolu insan tanıyorum. Sanırsınız ki, kendi özgürlüğünden bağışlayıp başkasına verecek. Ya da ayrılan uluslar toprağı sırtlayıp başka bir evrene göç edecekler ve arada aşılmaz uzay boşlukları oluşacak! Buradaki esas sorunun herkesin ulusal ve kültürel varlığının bir diğeri kadar önemli, değerli, saygı gösterilmesi gereken bir özellik olduğunu kabul etmek ve siyasal-sosyal ilişkileri bu saygı üzerine inşa etmek olduğunu görmek gerekir.
Benim derdim insanlar arasında askerlerle, mayınlarla, pasaportlarla, tel örgülerle korunan yeni yeni sınırlar icat edilmesi değil elbette. Her bireyin birbiriyle ilişkisinde gözle görülüp elle tutulmayan sosyal ve hukuki bir saygı sınırı olduğu gibi, ulusların, etnik, dinsel ve kültürel kimliklerin arasında da böyle bir saygı sınırı olmasıdır. Bu saygıyı göstermek ve öğrenmek istemeyenler maalesef durmadan mazeret ve zorbalık üretiyorlar.
Yine Kosova’nın bağımsızlığını tartışırken, bunun Kürtler için de bir emsal olduğu tespitine karşı, “Kosova’nın bağımsızlığının Kürtler için örnek olamayacağı çünkü oradaki bağımsızlığı emperyalistlerin sağladığı” türünden tepkiler almıştım.
Gürcistan’ın Osetya’ya müdahalesi ve Rusya’nın da Osetya’yı koruma adına karşı müdahalede bulunması benzer türden bir tartışmayı dünyanın gündemine ister istemez sokacaktır. Bu tartışmanın genellikle iki yüzlülükle yapılacağı, siyasal ahlakın değil bölgesel güç çıkarlarının geçerli olacağı bir sır değil. Ama tüm bunlardan dolayı Osetya’nın ya da Abhazya’nın bağımsızlığını reddetmek çok mu ahlaklı?
Unutmayalım ki, bugün kendilerinden saygıyla ve varlıkları üzerinde tartışılmaz bir dokunulmazlıkla bahsedilen birçok Avrupa ülkesi (Örneğin Hollanda, Lüxemburg, Belçika, Danimarka vb gibi devletler) varlıklarını sadece Almanya-Fransa-İngiltere gibi büyük imparatorlukların rekabetine borçludurlar. Etnik ve kültürel bakımından Kürt ve Türkler, Gürcü ve Abhazlar, Rus ve Çeçenler arasında olduğundan çok daha az bir ayrım vardır aralarında.
Büyük güçlerin rekabeti genellikle küçük milletlerin arada ezilmesine, haksızlığa uğramasına ve bölünmesine yol açmıştır. Kimi zaman da bu rekabetler arada sıkışan uluslar için bir şans, özellikle de yerel despotların zülmünden kurtulmak için bir fırsat yaratabilmektedir.
Siyasi rotayı bu kapışmaların kaderine göre çizmek başka, ama ezilen milletlerin bir biçimde özgürleşmek isteklerine ve imkanlarına tiksinti ile bakmak ayrı şeylerdir.
Recep Maraşlı
2008-08-13..... Gelawej.net