24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMINDAN BU YANA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK.
24/12/2017. Türkiye. 24 Aralık. Abhazyam.com. Fatih Atan. (A’tanba - Тванба). Değerli okuyucular, günümüz Türkiye’sinde, yaşananlar, bundan 37 yıl önce Türkiye’de yaşanan 12 Eylül Faşist Darbesi sonrasında yaşananlardan sadece tarih olarak farklı bulunuyor.
Günümüz koşullarında da 12 Eylül Faşist Darbe rejimimn oluşturmuş olduğu siyasal sistem tam olarak yerine getirilmiş durumda. Kenan Evren’in, sözünü ettiği “Kindar – Dindar” nesil, iktidarda bulunuyor.
%10 Barajlı seçimle oluşan TBMM – Hükümet Sistemi ve Siyasi Partiler Yasası, 12 Eylül rejimi tarafından yaratıldı ve günümüze kadar da sistem bu şekilde sürdürülüyor. Bunun içerisinde bulunan tüm siyasi Partiler ve Hükümetler, 12 Eylül Rejimi tarafından yaratılmışlar ve o rejimin kurallarına göre yönetiyor ve yönetiliyorlar. Katmerlisi olarak da bu yönetim sistemi yeterli olmadığından son yıllarda da, Olağanüstü Hal Yasası (OHAL) ile yönetiyorlar. Muhalefet partileri de bunu kabullenmiş görünüyorlar.
TBMM’de ana muhalefet olmayı kabullenenler, sınıf mücadelesini değil de, din - mezhep – ırk temelindeki mücadeleyi kabullenenler ve topluma kabul ettirmeye çalışanlar, İktidarın yaratmış olduğu mücadele koşullarını, OHAL’i kabullenenler, bugün yapılması gereken demokrasi mücadelesini 2019’a çekmeye çalışanlar, 12 Eylül Faşist Askeri Darbe sistemini de kabullenmiş demektirler.
Bizlerden de bu sistemi kabul etmemizi ve uymamızı istiyorlar. Yazımı kısa keseceğim, ben bu seçim sistemini ve siyasi partiler Yasasını kabul etmiyorum, eğer bu sistem içerisinde seçime gidilecekse oy kullanmayacağımı da şimdiden ilan ediyorum.
12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında Türkiye’de bulunan cezaevlerinde ki katliamların sorumlularının cezalandırılmadığını ve hala aramızda dolaştığını, günümüzde ki katliamları yapanlarında bundan destek alarak fütursuzca topluma saldırdığını belirtmek isterim.
Sizleri bundan 36 yıl önce, 24 Aralık 1981’de, İstanbul – Alemdağ Askeri Cezaevinde yaşanan katliam girişimini ve tutuklulardan Şerif Yazar, Hakan Mermeroluk ve Bahadır Dumanlı yaşamını yitirdiği gün ile ilgili olarak 24 Aralık 2009 Tarihinde yazmış olduğum yazı ile buluşturmak istiyor ve yaşamlarını yitiren cezaevi arkadaşlarıma karşı en azından her yıl yapmış olduğum hatırlatma görevimi yerine getirmiş oluyorum.
Katliamlar olmasın, insanlar yaşasın!
Saygılarımla.
Fatih Atan (A’tanba)
24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMI YARGILANMADAN "DEMOKRATİK AÇILIM" OLAMAZ..!
24/12/2009
Fatih ATAN (A’tanba)
Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. Yukarıda ki uzun açıklamalardan sonra sizleri 24 Aralık 1981 Günü’ne getirmek istiyorum.
Ve o gün yaşanan olaylar ve sorumluları yani 12 Eylül Askeri Yönetimi uygulayıcıları yargılanmadıkça Türkiye’de Demokrasi’nin olamayacğını vurgulama istiyorum. Sadece Kenan EVREN ve Darbe Kararı veren komutanlar değil, o dönemin Devlet Yöneticileri, politikacıları, darbeye destek veren iş adamları, toplum kuruluşları, Basın - Yayın Organları ve mensupları yargılanmadan Türkiye’nin kendisini bulamayacağını iddia ediyorum.
24 Aralık 1981 günü Alemdağ Askeri Cezaevi’nde bırakın insan’ın yaşayabilmesi, hayvanların bile barınamayacağı bodrum katında 100’ün üzerinde tutuklu olarak bulunuyorduk. Sizlere biraz daha tahayyül edebilmeniz için Nazi kamplarında’ki tutuklu binalarını düşünün bu binaların, pencereleri bulunuyor, ancak Alemdağ Askeri Cezaevi’nin bodrum katında sadece iki karışı biraz geçen bodrum katı pencere sistemi bulunuyordu.
Cezaevi’nin tutuklu koğuşlarına bina içerisinden iki sıra merdiven inilerek girilebiliyordu. Koğuşlar biri küçük 1. Koğuş, diğeri büyük 2. Koğuş olmak üzere iki adet koğuştan oluşuyordu, koğuşlar arasında küçük bir kapı ile bağlantı sağlanıyordu. Ayrıca yukarıda 1. katta Revir koğuşu da bulunuyordu. Havalandırma, binanın yanına duvar çevrilerek oluşturulmuştu. Günde 1 saat havalandırma hakkımız bulunuyordu. (Düzeltme: Zeminde Toplam 3 Koğuş bulunuyordu)
Koğuşlarda banyo olmadığı için hava koşulları ne olursa olsun hafta da bir gün tutuklular, havlulara sarılı ve çıplak olarak sıraya diziliyorlar, cezaevi binasından 50 metre uzaklıkta bulunan banyoya gidiyorlardı.
Hafta’da 1 gün aile ve avukat görüşü koğuşların girişinde iptidai koşullrda tel örgülerinin arkasından yapılıyordu. Koğuşlar ufak ve tutuklu sayısı çok olduğu için havalandırma sorunu had safhada idi. Temiz hava sorunu yaşandığı için koğuşlarda sigara içen arkadaşlara günlük sigara tahsisi ve saat uygulaması yapılıyordu. Ailelerimiz çamaşırlarımızı yıkamak için getirdiklerinde iç çamaşırlarımızın kaç kat çamaşır suyu ile beyazlattıklarını bizlere anlatıyorlardı. Yemek sorunu Ailelerin getridiği kumanyalar ile Asker Karavanası’nın koğuşlar içerisinde terbiye edilmesi ile çözülüyordu.
Yukarıda ki cezaevi koşullarını sizlere anlatmamın nedeni gözlerinizde biran olsun canlandırmanız içindir.
Şimdi 24 Aralık 1981 günü’ne gelelim. O gün ailelerin ziyaret günü idi, bizler ziyarete hazırlanıyorduk. Aynı gün 3. koğuştan bir tutuklu’nun Gayrettepe’de ki siyasi Şube’de sorguya alınması için girişimde bulunuldu. O tarihlerde siyasi şubeye yeniden alınmak demek, tutuklu bir kişi için ikinci bir kez “işkence”den geçmek demekti.
3. Koğuştakiler tutuklunun “doktor kontrolü”nden sonra Gayrettepe Siyasi Şubeye gönderilmesi için direniş kararı aldılar. O dönemde tutuklular bazı bahaneler ile yeniden sorguya alınarak işkenceye tabi tutuluyorlardı.
Tutukluların, en basit “doktor kontrolü” talebi bile yerine geitirilmiyordu.
Koğuşların kapıları ranzalar ile desteklenerek dışarıdan içeriye girişler engellenerek direniş başladı. Aileler, ziyaret günü olduğu için nizamiye giriş kapısında gergin bir biçimde beklemeye başladılar. Siyasi Şube’den gelen emniyet güçleri tutukluyu almak için cezaevi müdürü’nü operasyon yapmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu arada taraflar arasında da görüşmeler sürüyordu.
Görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Bazı askerlerden aldığımız bilgilere göre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün operasyon yapılması için o dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Haydar SALTIK’dan operasyon kararını aldığını öğrendik.
Operasyon’un ana hedefi tutkluyu almakdı, bu hedefe ulaşılabilmek için de koğuşlara gaz bombası ve sis bombası atılarak tutukluları etkisiz hale getirmek hedeflenmişti.
Sevgil abhazyam.com üye ve izleyicileri “İstanbul Siyasi Şube Görevlileri”nin denetiminde operasyona başlandı, bu sırada aileler rahatsızlıklarını belirten eylemlerde bulunuyorlardı, askeri görevliler, ailelere bizlerin tutukluyu vermediğimiz için görüşme yapmak istemediğimizi söylüyorlardı.
Operasyon başladı.
Koğuşlara onlarca sis ve gaz bombası atıldı.
Düşünebiliyormusunuz, Nazi kamplarında insanların gaz odalarında katledilmeleri gibi, küçük ve 100’ün üzerinde insanın bulunduğu bodrum katında gaz ve sis bombası. Tabii ki bu saldırı sonucunda tutukluların tamamı baygınlık, boğulma tehlikesi geçirdiler. İçeride göz gözü görmüyordu, ben de nefessiz kadığım an da bir an için yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Elimde bulunan islak havlu’yu ağzımın içerisine sonunda kadar soktum. Elime geçirdiğim bir adet gaz bombasını pencereden dışarıya fırlattım.
Ancak o kadar çok gaz bombası atıldı ki benim dışarıya atmış olduğum gaz bombası sadece koğuş içerisinde sonradan konuşulan psikolojik destekli bir olay oldu.
O sırada koğuş kapılarını açmak için saldırıya geçen askerler de olayın boyutlarını bilemedikleri için gaz maskesiz bir halde aşağıya geldiler. Ancak onlarda yoğun gazın etkisinde kalarak bayıldılar. Bu sefer bizler askerlere ıslak havlular ile yardım etmeye başladık.
O gün hava da yoğun bir lodos bulunuyordu, koğuşun ortasında yoğun bir sis bulutu kalmıştı. Koğuşta bulunan herkesten iniltiler, kusmalar ve bayılmalar, haykırışlar geliyordu. Ellerimizde bulunan havlu ve limonlar ile önce kendimizi ayıltmaya çalışıyorduk. Cezaevi müdürü olan Binbaşı içerideki “facia”yı gördüğü zaman bizlere kazma kürek atarak "çocuklar demirleri kırarak çıkın" diye çırpınmaya başladı.
Siyasi Şube görevlileri , zafer kazanmış edaları ile “işkence”ye götürmek için baygın vaziyette bulunan kişiyi doktor! kontrolü!nden geçirerek siyasi şubeye götürdüler. Askeri Görevliler Nizamiye kapısında bulunan Ailelerin “duman bulutları”nı sormalarına karşılık olarak, “çocuklarınız direniş sırasında çarşaf yakıyorlar” diyerek “psikolojik harp” koşullarını yerine getiriyorlardı.
Ve bu konuda başarıya ulaştıklarını da aileler bizleri ziyaret için geldiklerinde gördük, aileler ilk olarak bizlere çıkışmaya başladılar, “neden direniyorsunuz, çarşaf yakyorsunuz” diye. Neyse ki bizlerde ellerimizde olan üzerinde “Made In USA” yazılı gaz bombalarının kutularını gösterdiğimizde ve bunları gösterirken nefes almakta zorlandığımızı, patlamış ve morarmış gözlerle onlara baktığımızı görünce yaşanan olayın boyutunu görerek Askeri İdare’ye karşı protesto eyleminde bulunduklarını gördük.
Şu sıralar televizyonlarda gösterilen CHP İstanbul Milletvekili Çetin SOYSAL’ın biber gazı yemiş halinin yanında, kapalı mekânda gaz bombası yemiş yüzlerce insan görüntüsünü gözlerinize getirin.
Gaz Bombası saldırısı sonucunda, özellikle ciğerlerinden rahatsız olan tutuklular içerisinden 2. koğuşta kalan Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK’un durumu ağırlaştı, hatırlayabildiğim kadarı ile Şerif YAZAR hemen hataneye kaldırıldı. Daha sonradan yaşamını yitirdiğini öğrendik.
Koğuşlar yoğun bir gaz kokusu ve ranzalar parçalnmış olduğu için geceyi havalandırmada geçiriyorduk. Olay sırasında mahkemede bulunan tutuklular arasında halk müziği sanatçısı Hakkı BULUT’da bulunuyordu. Hakkı BULUT “uyan hey halkım uyan” diye türkü söylediği için o sıralar Almanya’dan İstanbul’a geldiğinde hava alanında tutuklanmış ve Alemdağ Cezaevi’nde bulunuyordu.
Gece yarısı dışarıda bulunan ayaz, yaşamış olduğumuz olayların sıcaklığını soğutamıyordu.
Havalandırma Avlusunun tepesinde bulunan projektör ışığının önünde bulunan nöbetçi kulübesinin ve kulübede bulunan askerin elindeki bizlere yönelik olan “makinalı tüfeği”nin gölgesi ceza evinin duvarına vuruyordu.
Bizler, o yorgun, bitkin halimizle avlunun ortasında sandalye’ye oturan Hakkı BULUT’un çalmış oduğu sazın nameleri ile onun çevresinde halay çekiyorduk.
Ve hastaneya kaldırılması gereken Hakan MERMEROLUK, cezaevi duvarının kenarında bir battaniye’nin içerisinde “dönülmez akşamın ufkunda ki “ uzun yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordu.
Evet Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri sizleri bundan 28 yıl öncesine benim birebir yaşamış olduğum olaya götürdüm.
Ve 24 Aralık 1981 tarihinde Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan “savunmasız insanlara” yapılan “orantısız güç" uygulaması sonrasında Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK yaşamlarını yitirdi. Sorguya giden arkadaşımız onlar benim yüzümden öldü diyerek psikolojik bunalıma düştü.
Ben ve benim gibi, cezaevinden çıktıktan sonra doktor kontrolünden geçenler, doktorların, “sigara içilen ortamda çok kalmışsın galiba” diyerek ciğerlerimizin durumunu gösterdiği, yaşamımızın önemli bir bölümünü Alemdağ Askeri Cezaevinin duvarları içerisinde bıraktığı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Mağduru binlerce insan içerisinde ki “mihenk taşları” olarak kaldık.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi; bizlerde, sigara içilen kapalı ya da açık ortamlarda hemen etkilendiğimiz bir bünye bıraktı.
Şu sıralar sadece Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananları anlatan basın-yayın mensupları ve kürt kökenli TC. Vatandaşlarına Metris, Alemdağ, Hasdal, Kabakoz, Sultanahmet, Sağmalcılar, Gölcük, Mamak vd. 12 Eylül Cezaevlerinde yaşanan işkence ve ölüm olaylarını da açıklamalarını özellikle belirtiyorum.
www.abhazyam.com