RSS / XML
Foto Galeri
Video Galeri
Bu haber 23 Aralık 2020, Çarşamba 23:12:29 tarihnde eklendi. 1747 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

24 Aralık 2020!

24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ KATLİAMINDAN BU YANA BİR DEĞİŞİKLİK YOK, SANATÇILAR, GAZETECİLER, YURTSEVERLER, KADINLAR SALDIRIYA UĞRUYOR, İNSANLAR İNTİHAR EDİYOR!
24 Aralık 2020!
24/12/2020. Türkiye. 24 Aralık 2020. Abhazyam.com. Fotoğraf: Metris Direniş Günleri. Fatih Atan. (A’tanba - Тванба). Değerli okuyucular, günümüz Türkiye’sinde, yaşananlar, bundan 39 yıl önce Türkiye’de yaşanan 12 Eylül Faşist Darbesi sonrasında ki görünümlerden sadece tarih olarak fark bulunuyor. 
 
Günümüz koşullarında da 12 Eylül Faşist Darbe rejiminin oluşturmuş olduğu siyasal sistem tam olarak yerine getirilmiş durumda. Kenan Evren’in, sözünü ettiği “Kindar – Dindar” nesil, tam anlamı ile iktidarda bulunuyor. 
 
%10 Barajlı seçim sistemi ile oluşan TBMM – Hükümet Sistemi ve Siyasi Partiler Yasası, 12 Eylül faşist rejimi tarafından yaratıldı ve günümüze kadar da sistem bu şekilde sürdürüldü. Bunun içerisinde bulunan tüm siyasi Partiler ve Hükümetler, 12 Eylül Rejimi tarafından yaratılmışlar ve o rejimin kurallarına göre yönetiyor ve yönetiliyorlar. Sözde muhalefet partileri de bunu kabullenmiş görünüyorlar.
 
Günümüz koşullarında ise, TBMM'nin işlevi kaldırılmış, siyasi partiler sadece tabela anlamında işlevsizleştirilmiş, sözde parlamenter sistem ortadan kaldırılarak, her koşulda sorumsuz "Tek Bir Kişi!" tarafından yönetilen bir "UCUBE!" yönetim sistemi yaratıldı.
 
2019 yılında gerçekleşen yerel seçimlerde muhalefetin yeni sistem içerisinde yaratmış olduğu demokrasi mücadelesi gediği, yine muhalefet tarafından gelecek yıllarda, 12 Eylül Faşist sisteminin oluşturmuş olduğu işlevi bitmiş TBMM seçimlerine ötelenmeye çalışılıyor.
 
Toplumda var olan ekonomik ve siyasal kriz, ve üstüne gelen Coronavirüs pandemi krizi sanki yok varsayılarak, toplumun tepkileri, muhalefet tarafından örgütlenmesi gerekirken tam tersine dizginleniyor.   
 
İşlevsiz TBMM’de, muhalefet olmayı seçenler, sınıf mücadelesini değil de, din - mezhep – ırk temelindeki mücadeleyi kabullenenler ve topluma kabul ettirmeye çalışanlar, iktidarın yaratmış olduğu mücadele koşullarını, bugün yapılması gereken demokrasi mücadelesini 2023'te yapılacak olan işlevi bitmiş TBMM seçimlerine çekmeye çalışanlar, 12 Eylül Faşist Askeri Darbe sistemini de kabullenmiş demektirler. 
 
Son olarak, yerel seçimlerde halkın iradeleri ile seçilen belediye başkanlarının, yeni sistemde tek adamın ağzının içine bakarak hareket eden yargı ve yürütme sistemi tarafından görevden alınmalarına sessiz kalınıyor. Bizlerden de bu sistemi kabul etmemizi ve uymamızı istiyorlar.
 
Bugün içerisnde bulunduğumuz "UCUBE!" sistem, tek lidere hakaret ettiği varsayılan binlerce insanın, gazetecilerin, siyasilerin sürekli olarak cezaevine doldurulmasına yol açıyor ve bu da toplumda korku yaratmayı sağlıyor.
 
"UCUBE!" Sistem uygulayıcıları, yaratmış oldukları ekonomik-siyasal krizin sonuçları ile yoğunlaşan kadın cinayetlerine, intiharlara karşı sessiz kalıyor, sanki krizin yaratıcısı olarak kadın gösterilerek gündemi saptırmaya çalışıyorlar.
 
"UCUBE!" Sistem uygulayıcıları, yarattıkları ekonomik krizi ötelemek için "KANAL İSTANBUL!" gibi hem Marmara, hem de Karadeniz ve bölge ülkelerde ekolojik yıkıma yol açabilecek, ne olduğu belli olmayan projeleri gündeme getiriyor. 
 
Uygulamış oldukları "UCUBE!" dış politika uygulamaları ile, ABD-NATO ile yaratmış oldukları S-400 krizi ile, hem Ortadoğuda, krizler yaratarak, binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın evlerini terk etmesine neden oluyor.
 
Son olarak, Libya’da Doğu Akdeniz’de, Güney Kafkasya’da, Azerbaycan – Ermenistan İhtilafında Azerbaycan’dan yana taraf  tutarak, Karadeniz’de Ukrayna ve Gürcistan’ın yanında bulunarak Rusya ile sorunlu konuma düşerek, sorunlarına sorun katmayı sürdürüyor.
 
Yürütmeyi ve TBMM’i tam olarak denetim altına alan “Tek Adam!” UCUBE Sistemi son olarak da bağımsız olması gereken Adalet yapısını da denetimi altına alarak, istediği kişiyi gözaltına aldıran, tutuklatan, ceza veren, AİHM Kararlarını yok varsayan bir yapıya büründü.   
 
Tabii ki bu "UCUBE!" sistem sahipleri, topluma karşı uygulamış oldukları baskı ve şiddet politikalarının, var olmalarının da ön koşulu olduğunu çok iyi biliyorlar.
 
12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında Türkiye’de bulunan cezaevlerinde ki katliamların sorumlularının cezalandırılmadığını ve hala aramızda dolaştığını, günümüzde ki katliamları yapanlarında bundan destek alarak fütursuzca topluma saldırdığını belirtmek isterim. 
 
Sizleri bundan 39 yıl önce, 24 Aralık 1981’de, İstanbul – Alemdağ Askeri Cezaevinde yaşanan katliam girişimini ve tutuklulardan Şerif Yazar, Hakan Mermeroluk ve Bahadır Dumanlı yaşamını yitirdiği gün ile ilgili olarak 24 Aralık 2009 Tarihinde yazmış olduğum yazıyla buluşturmak istiyor ve yaşamlarını yitiren cezaevi arkadaşlarıma karşı, en azından her yıl yapmış olduğum hatırlatma görevimi yerine getirmiş oluyorum. 
 
Katliamlar olmasın, insanlar yaşasın! 
 
Saygılarımla. 
 
Fatih Atan (A’tanba) 
 
“24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMI YARGILANMADAN "DEMOKRATİK AÇILIM" OLAMAZ..! 
 
24/12/2009. Fatih ATAN (A’tanba- Тванба).) Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. Yukarıda ki uzun açıklamalardan sonra sizleri 24 Aralık 1981 Günü’ne getirmek istiyorum. 

Ve o gün yaşanan olaylar ve sorumluları yani 12 Eylül Askeri Yönetimi uygulayıcıları yargılanmadıkça Türkiye’de Demokrasi’nin olamayacağını vurgulamak istiyorum. Sadece Kenan EVREN ve Darbe Kararı veren komutanlar değil, o dönemin Devlet Yöneticileri, politikacıları, darbeye destek veren iş adamları, toplum kuruluşları, Basın - Yayın Organları ve mensupları yargılanmadan Türkiye’nin kendisini bulamayacağını iddia ediyorum. 

24 Aralık 1981 günü Alemdağ Askeri Cezaevi’nde bırakın insan’ın yaşayabilmesi, hayvanların bile barınamayacağı bodrum katında 100’ün üzerinde tutuklu olarak bulunuyorduk. Sizlere biraz daha tahayyül edebilmeniz için Nazi kamplarında ki tutuklu binalarını düşünün bu binaların, pencereleri bulunuyor, ancak Alemdağ Askeri Cezaevi’nin bodrum katında sadece iki karışı biraz geçen bodrum katı pencere sistemi bulunuyordu. 

Cezaevi’nin tutuklu koğuşlarına bina içerisinden iki sıra merdiven inilerek girilebiliyordu. Koğuşlar biri küçük 1. Koğuş, diğerleri ise, 2. ve 3. Koğuş olmak üzere üç adet koğuştan oluşuyordu, 1 ve 2. koğuşlar arasında küçük bir kapı ile bağlantı sağlanıyordu.  Havalandırma alanı, binanın yanına duvar çevrilerek oluşturulmuştu. Günde 1 saat havalandırma hakkımız bulunuyordu. 

Koğuşlarda banyo olmadığı için hava koşulları ne olursa olsun hafta da bir gün tutuklular, havlulara sarılı ve yarı çıplak olarak sıraya diziliyorlar, cezaevi binasından 50 metre uzaklıkta bulunan banyoya gidiyorlardı. 

Hafta’da bir gün aile ve avukat görüşü koğuşların girişinde iptidai koşullrda tel örgülerinin arkasından yapılıyordu. Koğuşlar ufak ve tutuklu sayısı çok olduğu için havalandırma sorunu had safhada idi. Temiz hava sorunu yaşandığı için koğuşlarda sigara içen arkadaşlara günlük sigara tahsisi ve saat uygulaması yapılıyordu. Ailelerimiz çamaşırlarımızı yıkamak için getirdiklerinde iç çamaşırlarımızın kaç kat çamaşır suyu ile beyazlattıklarını bizlere anlatıyorlardı. Yemek sorunu Ailelerin getridiği kumanyalar ile Asker Karavanası’nın koğuşlar içerisinde terbiye edilmesi ile çözülüyordu. 

Yukarıda ki cezaevi koşullarını sizlere anlatmamın nedeni gözlerinizde bir an olsun canlandırmanız içindir. 

Şimdi 24 Aralık 1981 günü’ne gelelim. O gün ailelerin ziyaret günü idi, bizler ziyarete hazırlanıyorduk. Aynı gün 3. koğuştan bir tutuklu’nun Gayrettepe’de ki Siyasi Şube’de sorguya alınması için girişimde bulunuldu. O tarihlerde siyasi şubeye yeniden alınmak demek, tutuklu bir kişi için ikinci bir kez “işkence”den geçmek demekti. 

3. Koğuştakiler tutuklunun “doktor kontrolü”nden sonra Gayrettepe Siyasi Şubeye gönderilmesi için direniş kararı aldılar. O dönemde tutuklular bazı bahaneler ile yeniden sorguya alınarak işkenceye tabi tutuluyorlardı. 

Tutukluların, en basit “doktor kontrolü” talebi bile yerine getirilmiyordu. 

Koğuşların kapıları ranzalar ile desteklenerek dışarıdan içeriye girişler engellenerek direniş başladı. Aileler, ziyaret günü olduğu için nizamiye giriş kapısında gergin bir biçimde beklemeye başladılar. Siyasi Şube’den gelen emniyet güçleri tutukluyu almak için cezaevi müdürü’nü operasyon yapmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu arada taraflar arasında da görüşmeler sürüyordu. 

Görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Bazı askerlerden aldığımız bilgilere göre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün operasyon yapılması için o dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Haydar SALTIK’dan operasyon kararını aldığını öğrendik. 

Operasyon’un ana hedefi tutukluyu almaktı, bu hedefe ulaşılabilmek için de koğuşlara gaz bombası ve sis bombası atılarak tutukluları etkisiz hale getirmek hedeflenmişti. 

Sevgil abhazyam.com üye ve izleyicileri “İstanbul Siyasi Şube Görevlileri”nin denetiminde operasyona başlandı, bu sırada aileler rahatsızlıklarını belirten eylemlerde bulunuyorlardı, askeri görevliler, ailelere bizlerin tutukluyu vermediğimiz için görüşme yapmak istemediğimizi söylüyorlardı. 

Operasyon başladı. 

Koğuşlara onlarca sis ve gaz bombası atıldı. 

Düşünebiliyormusunuz, Nazi kamplarında insanların gaz odalarında katledilmeleri gibi, küçük ve 100’ün üzerinde insanın bulunduğu bodrum katında gaz ve sis bombası. Tabii ki bu saldırı sonucunda tutukluların tamamı baygınlık, boğulma tehlikesi geçirdiler. İçeride göz gözü görmüyordu, ben de nefessiz kaldığım an da bir an için yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Elimde bulunan islak havlu’yu ağzımın içerisine sonunda kadar soktum. Elime geçirdiğim bir adet gaz bombasını pencereden dışarıya fırlattım. 

Ancak içeriye o kadar çok gaz bombası atıldı ki benim dışarıya atmış olduğum gaz bombası sadece koğuş içerisinde sonradan konuşulan psikolojik destekli bir olay oldu. 

O sırada koğuş kapılarını açmak için saldırıya geçen askerler de olayın boyutlarını bilemedikleri için gaz maskesiz bir halde aşağıya geldiler. Ancak onlarda yoğun gazın etkisinde kalarak bayıldılar. Bu sefer bizler askerlere ıslak havlular ile yardım etmeye başladık. 

O gün hava da yoğun bir lodos bulunuyordu, koğuşun ortasında yoğun bir sis bulutu kalmıştı. Koğuşta bulunan herkesten iniltiler, kusmalar ve bayılmalar, haykırışlar geliyordu. Ellerimizde bulunan havlu ve limonlar ile önce kendimizi ayıltmaya çalışıyorduk. Cezaevi müdürü olan Binbaşı içerideki “facia”yı gördüğü zaman bizlere kazma kürek atarak "çocuklar demirleri kırarak çıkın" diye çırpınmaya başladı. 

Siyasi Şube görevlileri , zafer kazanmış edaları ile “işkence”ye götürmek için baygın vaziyette bulunan kişiyi doktor! kontrolü!nden geçirerek siyasi şubeye götürdüler. 

Askeri Görevliler Nizamiye kapısında bulunan Ailelerin “duman bulutları”nı sormalarına karşılık olarak, “çocuklarınız direniş sırasında çarşaf yakıyorlar” diyerek “psikolojik harp” koşullarını yerine getiriyorlardı. 

Ve bu konuda başarıya ulaştıklarını da aileler bizleri ziyaret için geldiklerinde gördük, aileler ilk olarak bizlere çıkışmaya başladılar, “neden direniyorsunuz, çarşaf yakıyorsunuz?” diye. Neyse ki bizlerde ellerimizde olan üzerinde “Made In USA” yazılı gaz bombalarının kutularını gösterdiğimizde ve bunları gösterirken nefes almakta zorlandığımızı, patlamış ve morarmış gözlerle onlara baktığımızı görünce yaşanan olayın boyutunu görerek Askeri İdare’ye karşı protesto eyleminde bulunduklarını gördük. 

Şu sıralar televizyonlarda gösterilen CHP İstanbul Milletvekili Çetin SOYSAL’ın biber gazı yemiş halinin yanında, kapalı mekânda gaz bombası yemiş yüzlerce insan görüntüsünü gözlerinize getirin. 

Gaz Bombası saldırısı sonucunda, özellikle ciğerlerinden rahatsız olan tutuklular içerisinden 2. koğuşta kalan Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK’un durumu ağırlaştı, hatırlayabildiğim kadarı ile Şerif YAZAR hemen hataneye kaldırıldı. Daha sonradan yaşamını yitirdiğini öğrendik. (Bahadır DUMANLI'da hastanede yaşamını yitirenler arasına katıldı.) 

Koğuşlar yoğun bir gaz kokusu ve ranzalar parçalanmış olduğu için geceyi havalandırmada geçiriyorduk. Olay sırasında mahkemede bulunan tutuklular arasında halk müziği sanatçısı Hakkı BULUT’da bulunuyordu. Hakkı BULUT “Uyan Ey Halkım Uyan” diye türkü söylediği için o sıralar Almanya’dan İstanbul’a geldiğinde hava alanında tutuklanmış ve Alemdağ Cezaevi’nde bulunuyordu. 

Gece yarısı dışarıda bulunan ayaz, yaşamış olduğumuz olayların sıcaklığını soğutamıyordu. 

Havalandırma Avlusunun tepesinde bulunan projektör ışığının önünde bulunan nöbetçi kulübesinin ve kulübede bulunan askerin elindeki bizlere yönelik olan “makinalı tüfeği”nin gölgesi ceza evinin duvarına vuruyordu. 

Bizler, o yorgun, bitkin halimizle avlunun ortasında sandalye’ye oturan Hakkı BULUT’un çalmış oduğu sazın nameleri ile onun çevresinde halay çekiyorduk. 

Ve hastaneya kaldırılması gereken Hakan MERMEROLUK, cezaevi duvarının kenarında bir battaniye’nin içerisinde “dönülmez akşamın ufkunda ki “ uzun yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordu. 

Evet Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri sizleri bundan 28 yıl öncesine benim birebir yaşamış olduğum olaya götürdüm. 

Ve 24 Aralık 1981 tarihinde Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan “savunmasız insanlara” yapılan “orantısız güç" uygulaması sonrasında Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK, Bahadır DUMANLI yaşamlarını yitirdi. Sorguya giden arkadaşımız onlar benim yüzümden öldü diyerek psikolojik bunalıma düştü. 

Ben ve benim gibi, cezaevinden çıktıktan sonra doktor kontrolünden geçenler, doktorların, “sigara içilen ortamda çok kalmışsın galiba” diyerek ciğerlerimizin durumunu gösterdiği, yaşamımızın önemli bir bölümünü Alemdağ Askeri Cezaevinin duvarları içerisinde bıraktığı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Mağduru binlerce insan içerisinde ki “mihenk taşları” olarak kaldık. 

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi; bizlerde, sigara içilen kapalı ya da açık ortamlarda hemen etkilendiğimiz bir bünye bıraktı.
 
www.abhazyam.com 
Facebook Facebook Digg Digg Google Google Del.icio.us Del.icio.us
Diğer Fatih Atan Yazıları
Bütün Yorumları görmek için tıklayınız!
Hava Durumu
ANKET
Aleksandr Ankvab'ın Siyasete Dönüşünü Onaylıyormusunuz
Diger anketlerimiz için tıklayın...
Yol Durumu

©
Copyright 2011 Abhazyam.com Her hakkı saklıdır.